177. Sayı Kitap Seçkisi

D’nin Halleri –Din, Darbe, Demokrasi- Ahmet Çiğdem, İletişim Yay.
D’nin Halleri –Din, Darbe, Demokrasi- Ahmet Çiğdem, İletişim Yay.

“Her siyasal iktidar, doğası ne olursa olsun, entelektüel için sadece ‘eleştiri nesnesi’ olabilir. AKP’ye karşı mesafeli olma endişesini anlamak mümkün, ama bu endişe, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal tarihinden kaynaklanan sorunların bertaraf edilmesine, Türk toplumunun zaten sınırlı ve sorunlu demokrasi potansiyelini bastırmaya yol açmamalıdır. Bu çerçevede sözgelimi AKP’yi bir neo-liberal politikaların uygulanmasının başka bir aktörü ve parti programını da neo-liberal kesimlerin çıkarlarına uyumlu bir program olarak nitelesek, AKP’yi ve yaptıklarını anlama konusunda hiçbir fikir edinemeyiz. Bu, parti yönü ve açılımları konusunda iyimser olmayı güçleştiren bir toplumsallığın itmesiyle buralara geldi. Burada kimi zaman AKP’ye rağmen ve çoğunlukla AKP’nin siyasi kabullerini zorlayan bir süreçten söz ediyoruz. Bu toplumsallığı anlamak, AKP’yi ve bu ülkede olup bitenleri anlamanın en önemli aracıdır.”                                                                            

Türk siyaset tarihinin sosyolojik bir analizi biçimindeki kitabın birinci bölümünde, Türkiye’nin yakın tarihini belirleyen dâhili ve harici süreç ve olguların analizi yapılmaya çalışılıyor. Yazara göre 12 Eylül 1980 askeri darbesi aracılığıyla Türk usulü faşizm; Türkiye’deki plansız kapitalizmi tekâmüle erdirerek Türk usulü planlı bir kapitalizmi yaratmıştır. Artık planlı olan bu kapitalizm (buna bir tür ayrışık devlet kapitalizmi diyebiliriz) sermaye birikimini ve burjuvazisini millileştirmekle, vergiyle, müsadereyle, yönetmelikle yaratmaya çalışmıştır. Yazara göre Türkiye’de demokrasinin yerleşmemesinin en önemli nedeni müzmin bir şekilde gerçekleşen darbeler ve kurumsallaşan vesayet rejimidir. İkinci bölümde ise ağırlıkla bu yakın tarihin önemli bir aktörü olarak dinsellik ve bu dinselliğin merkezindeki yapı olarak AKP’nin kimliği ve yapıp ettikleri inceleniyor. Üçüncü bölüm ise Türkiye’nin ve dünyanın ahvaline dair öznel birkaç cesur reddiyeyi içeriyor.

Müslüman Kardeşler, Alison Pargeter, Ayrıntı Yay.
Müslüman Kardeşler, Alison Pargeter, Ayrıntı Yay.

“İhvan için makul, ilerlemeci bir örgüt olarak görülmeye yönelik baskı 11 Eylül’den sonra daha artmıştır. Ancak reform ihtiyacı ile geleneğe sımsıkı sarılma ihtiyacı arasındaki bu gerilim, hareket tarihinin en başından itibaren var olagelmiştir. Hasan el-Benna ülkede kurulu düzenle temas ile çoğu İhvan’ın daha radikal bir duruş sergilemesini heyecanla bekleyen takipçilerine hoş görünmek arasında bir denge tutturmak için mücadele vermişti. Bu İhvan için daimi bir baskı olarak kaldı… İhvan daima tespit etmesi neredeyse imkânsız ihtilaflar ve çelişkiler hareketi olmuştur. Kendisini barış yanlısı olarak yansıtsa da bazı kanatları şiddet olaylarına doğrudan katılmıştır; Batı’yı ve Batılı değerleri genel itibarıyla reddeder ancak Batılılar nezdinde ilerici, kapsayıcı değerleri ihtiva eden makul bir örgüt olarak görülme hususunda heveslidir.”

Kuzey Afrika ve Ortadoğu uzmanı Alison Pargeter, bu kitabında, 1928 yılında Hasan el-Benna’nın öncülüğünde kurulan Müslüman kardeşlerin muhalefetten iktidara olan yolcuğunu ve bu yolculuktaki amaç ve stratejilerini özellikle Mısır özelinde 2011 yılının sonundaki sürece kadar inceliyor. Yazara göre İhvan hiçbir zaman devrimci bir örgüt olmamış ve iktidarı ele geçirmeyi düşünmemişti; bilakis kurulu düzeni yıkmak yerine İslam devletinin tedricen kurulmasını ve toplumu değiştirmeyi usul olarak belirlemişti. Ve Arap baharı yaşanırken Mısır’daki ‘Öfke Günü’ne katılmak da ihvan için oldukça devrimci ve cüretkâr bir eylemdi. Ancak İhvan, olaylar hız kazandıkça daha fazla geri duramayıp eylemlere destek vermişti. Yazarın İhvan’a karşı olan itidalsizliğe varacak düzeydeki eleştirilerinden Hasan el-Benna ve Seyyid Kutub’un da nasibini alıyor olması, kitabın dikkat çekici yanlarından biri.

Aynalar, Eduardo Galeano, Sel Yay.

 

“Büyüyün ve çoğalın dedik, makineler de büyüyüp çoğaldılar.

Bizim için çalışacaklarına söz vermiştiler.

Şimdi biz onlar için çalışıyoruz.

Gıda miktarını arttırsınlar diye icat ettiğimiz makineler açlığı çoğaltıyorlar.

Kendimizi savunmak için icat ettiğimiz makineler bizi öldürüyorlar.

Hareket etmek için icat ettiğimiz otomobiller bizi hareketsiz hale getiriyorlar.

Buluşmak için icat ettiğimiz şehirler bizi yalnızlaştırıyorlar.

Biz makinelerimizin makineleriyiz.

Onlar masum olduklarını iddia ediyorlar.

Ve bunda haklılar.”

Eduardo Galeano, resmi tarihten tamamen bağımsız, kronolojiye bağlı olmayan, kısa öykü ve denemelerden oluşan Aynalar kitabı ile Güney Amerika’nın vicdanının protest narası olmaya devam ediyor. ‘Neredeyse evrensel bir tarih’ yakıştırması ile anılan kitap ‘sadece doğruları söyleyen adam’ iltifatına tâbi Galeano’nun abartılı bir ününün olmadığı kanısını kuvvetlendiren bir eser adeta. Her şeyi eleştiren adam Galeano, bu kitabında da eşitsizliği, yoksulluğu, yoksunluğu, sömürüyü, savaşı, emperyalizmi, sair insanlığa musallat olmuş tüm belaları, sert ama itidal üzere olan muhakkik bir üslupla eleştiriyor. Bir matador yerine her zaman ezilen boğanın tarafında olacağını söyleyen Galeano, verdiği sözü tasdik etmiş oluyor bu eseriyle. Galeano’nun İslam hakkındaki pasajlarında ise geleneksel bir anlayış ile değil de özellikle Kur’an referanslı bir vurguyla tespitler yapması ayrıca dikkat çekici bir husus.

Asık suratlı, neredeyse insansız bir tarihi anlatan kitapların aksine, aşkın, yoksulluğun, kardeşliğin, eşitsizliğin olduğu, insanlı bir tarihi aydınlatıyor Galeano. Bu nedenle de bütün kitaplarının başköşesinde ‘adalet’ ve ‘vicdan’ oturuyor.

 

Sekiz Kitap, Sohrâb Sepehrî, Ayrıntı Yay.
Sekiz Kitap, Sohrâb Sepehrî, Ayrıntı Yay.

“Yer üstünde neler gördüm:
Bir çocuk gördüm ay kokluyordu.
Kapısız bir kafes gördüm,
İçinde, aydınlık kanat çırpıyordu.
Bir merdiven gördüm,
Üzerinde aşk melekler âlemine çıkıyordu.
Bir dilenci gördüm, çayırkuşundan bir şarkı için,
Kapı kapı dolaşıp dileniyordu.
Bir çöpçü, kavun kabuğuna secde ediyordu.                                                                                                                          Bir kuzu gördüm, uçurtmayı yiyordu.
Bir eşek gördüm yoncayı anlıyordu.

“Nasihat” otlağında bir inek gördüm, doymuştu.                                                                                                                   Bir şair gördüm, konuşurken bir zambağa “siz” diyordu.”

Şiirleri dünya dillerine en çok çevrilen modern İran şairlerinden Sohrâb Sepehrî, Hindistan ve Japonya’da bulunduğu esnada etkilendiği Uzak Doğu mistisizmi ile harmanladığı metafizik şiir ile farklı bir şair ve şiir profili çiziyor. Aynı zamanda çok iyi bir ressam olan Sohrâb Sepehrî, mistik Doğu havasını estiren tasavvufu, şiirinde çizdiği soyut resimler ile birleştiriyor. Doğup yaşadığı Kaşan şehrinin doğası şiirinde en çok kullandığı simgelerdendir.

“Ve Allah, burada yakındadır,
Şebboylar arasında, uzun çamın altında
Suyun bilincinde,
Bitkilerin kanununda.”

Yukarıdaki dizelerde olduğu gibi Sepehrî’nin şiiri insanı doğa içinde ilahi bir arayışa sevkeden pastoral betimlemeler ile doludur. Furuğ Feruğzad gibi klasik İran şiiriyle beslenmiş olup duygularını ve felsefi görüşlerini serbest şiir ile yazıya dökmüştür. Şiirsel ritmi vezin uyumu yerine sözcük ahengi ve sözcük musikisi ile yakalar. Şiirlerinde en çok kullandığı terimler ölüm, yaşam, Allah, renk, renksizlik, halvet, yalnızlık, ışık ve karanlık gibi kelimelerdir. Kitap, Sepehrî’nin şiirsel hayal dünyasını anlamamız açısından çok önemlidir.

Bunları da sevebilirsiniz