181. Sayı Kitap Seçkisi

CAN ÇEKİŞEN KÜRESEL GÜÇ – JEAN BAUDRİLLARD
CAN ÇEKİŞEN KÜRESEL GÜÇ – JEAN BAUDRİLLARD

“Günümüzde hiç duraksamadan iyiliğimizi isteyen her şeye karşı mücadele etmek zorundayız. Zira hegemonyanın sırrı burada –yasak ve içerdiği tüm değerler sisteminin kaldırılmasında, lakaytlık, abartılı boyutlara varan hoşgörü, aşırı şeffaflıkta- gizlidir. Bu durum, bizi geleneksel İyi ve Kötü ilişkilerini baştan sona gözden geçirmeye itiyor. Günümüzde bir başka Kötülük biçimi vardır ki buna “Mutlak Kötülük” diyoruz. Bu Kötülüğü üreten şey “Aşırı İyiliktir”, başka bir deyişle teknolojik gelişme, sınır tanımayan bir ilerleme ve totaliter bir ahlak anlayışı evrensel bir iyi niyetliliğin dur durak tanımayan yaygınlaşmasıdır. İyiliğin dosdoğru bir şekilde ilerlediği bir yerde Kötülük yön değiştirmiş, anormalleşmiş, bir saptırmaca, kandırmaca, baştan çıkarma, ahlaksızlığa benzemiş ya da topolojik terimle başkalaşmış, bozulmuştur. Ve bu kötülüğü yok etme girişiminin ortaya çıkmasına yol açtığı bir Kötülüktür.”

Fransız postyapısalcı filozof, sosyolog ve medya teorisyeni Jean Baudrillard Türkçeye çevrilen son kitabında; Hâkimiyetin en son ve en gelişmiş aşaması olan, sömüren değil aksine kumanda eden ve yöneten anlamında ki Hegemonya’nın, Küresel Güç olmasını ve bunun sonuçlarını anlatıyor. Okuyucuyu karamsarlığa ve belirsizliğe itme potansiyeli olsa da Baudrillard’ın tezleri benzerlerinden çok daha cesur, tutarlı ve tarafsız. Baudrillard 11 Eylül saldırısını nihai bir düzene ve nihai bir güce karşı oluşan alerjinin, olağan bir tepkisi ve politik değil simgesel bir olay olarak görür. Yazara göre en sıradan düzene karşı gelme biçimi bile terörist bir olay şeklinde sunulurken, Terörizm artık evrensel bir tema, evrensel bir odak noktası, ne idiği belirsiz kara bir delik ve viral bir güç halini almıştır. Yazar bu gün gerçekleşen antropolojik ve metafizik devrim ile tüm modern ülkelerin ilerleme ve sınırsız gelişme konusunda kendi ürettikleri değerlere boyun eğmekten aciz durumda olduklarını söylerken insanlığın artık gerçeği söyleme ayrıcalığını yitirdiğini savunuyor.

 

KALBİN MARİFETLERİ – METİN ÖNAL MENGÜŞOĞLU
KALBİN MARİFETLERİ – METİN ÖNAL MENGÜŞOĞLU

“Düşünmek, yalnızca düşünmek, düşünmeye davet etmekmiş gibi görünebilir mevcut çalışmadaki amaç. Oysa hakikat sadece bu merkezde değildir. Düşünmeye başlayan insanın yolu, eninde sonunda imana erişecektir. Eğer sahiden düşünmeyi bir ömür sürdürüyorsa, bu kaçınılmaz bir sonuçtur. Evet, bütün insanlar düşünme yeteneğiyle yeryüzüne gelirler. Ancak bu eylemi yarı yolda bırakanlar, şeytanın ayak izlerine, ayartmalarına aldanarak kalbinin selim karakterini giderek ortadan kaldıranlar, bir süre sonra düşünmeyi sürdürdüklerini zannetseler de, aslında artık düşünmüyor, arzularına ayak uydurarak, heva ve heveslerinin ardından gidiyorlardır. Heva ve hevesin de kaynağı ancak yozlaşmış, istikametini yitirmiş kalptir. Zaten beşeri bütün duygusal ve entelektüel eylemler kalpte ilk kıvılcımı alarak sahaya çıkmaktadır.”

Şair, mütefekkir ve yazar Metin Mengüşoğlu’nun yeni kitabının maksadı kalbin sadece vücuda kan pompalamakla sorumlu bir organ değil, nelere kadir olduğu ve nasıl marifetleri olduğunu anlatmak. Ama bu marifetler tahmin edilebileceği gibi biyolojik marifetler değil; entelektüel, akli, idraki ve duygusal melekeler gibi soyut marifetler. Kitabın en dikkat çeken noktalardan biri de düşünmenin beyne değil de kalbe nispet ediliyor olması. Ve Mengüşoğlu kitaptaki hemen hemen bütün tezlerini açıklarken Kur’an ayetlerinden faydalandığı gibi bu tezini de Kur’an da ki akleden kalpler tasviri ile açıklıyor. Bizce dil, uslüp, derinlik ve kurgu değeri bakımında yazarın önceki eserlerini özletebilecek olan son eseri Kalbin Marifetleri’nin, her ne kadar konuları dizinlemiş görünse de okuyucuya akıcı bir anlatım sunma kaygısı ikinci planda gözüküyor. Kitabın okuyucuya temel iddiasını kabul ettirmeye çalışırken, ana mesajın dışına çıkan konuların fazlalığı kafa karışıklığına sebebiyet verebilecek cinsten.

POST-DEMOKRASİ, COLİN CROUCH
POST-DEMOKRASİ, COLİN CROUCH

“Demokrasinin çöküşünün temel nedeni, günümüzde şirketlerin üstlendikleri roller ile toplumdaki diğer bütün grupların rolleri arasındaki dengesizliktir. Demokrasinin kaçınılmaz entropisiyle birlikte alındığında bu, politikanın yeniden kapalı elit çevrelerin yürüttükleri bir faaliyete dönüşmesine yol açar; tıpkı demokrasi öncesi zamanda oldukları gibi. Çarpıtıcı kuvvetler birçok düzeyde birden iş görür: bazen hükümetler üzerinde uygulanan dış baskılar şeklinde, bazen hükümetlerin öncelikleri, bazen de siyasi partilerin yapısı dâhilinde meydana gelen kurum içi değişimler aracılığıyla. Çağdaş politikanın amansızca post-demokrasiye kaymasını kısmen de olsa engelleyecek eylemlere üç düzlemde girişilebilir: ilkin iktisadi elitlerin giderek artan hakimiyetini sınırlamayı hedefleyen politikalar düzleminde; ikincisi bir tür siyasi pratikleri yeniden biçimlendirmeyi hedefleyen politikalar düzleminde ve üçüncüsü, gelişmelerden kaygı duyan yurttaşların önünde açık duran eylem imkanları düzleminde.”

İngiliz Siyaset bilimci ve sosyolog Colin Crouch’a göre küresel finans kapitalizmi ile birlikte demokrasi, artık seçimlerden ibaret olan ve bir süreci değil bir anı ifade eden şeflik demokrasisi olmuştur. Modern zamanlarda büyük sermayedarlar, siyasi partilerin en büyük maddi destekçisi olmuş ve siyaseti dizayn ve maniple eden en güçlü etmen halini almıştır. Bu ilişki tamamen pragmatik ve bir yerden sonra zorunlu olmuştur. Yazar bu ilişkiyi ilaç firmalarının tıbbi araştırmaların ana sponsoru olması garabetine benzetiyor. Crouch’a göre demokrasinin eşitlikçi talepleri ile kaynağını kapitalizmden alan eşitsizlikler arasındaki gerilim asla giderilemez ve hükümetler ‘demos’ karşısında yalnızca temel politikalar açısından sorumlu olurlar, somut uygulamalara ise kayıtsız kalırlar.

SİYASİ KÜLTÜR OKUMALARI – CEMİL OKTAY
SİYASİ KÜLTÜR OKUMALARI – CEMİL OKTAY

“Yaşanan zamanın vazettiği sorunların çözülmesinde, “altın çağa” veya “asr-ı saadet”e bakılır. Bu mitsel dönemin sürdürülmesi meşruiyeti sağlamanın bir yöntemidir. Dolayısıyla meşru olmak ve meşru kalmak için sürekli altın çağ mitine dönülür. Halkların tarihini mitolojileri tayin eder; tarihleri mitolojilerini değil. Daha doğrusu, bir halkın tarihini tayin etmenin ötesinde, o halkın kaderinin ve akıbetinin ta kendisidir. Mit, efsane ya da inanış, ne üzerine bina edilmiş olursa olsun; önemli olan söz konusu zamanın “sıradan bir tarih” olarak görülmemesi, tersine onun “olağanüstü”, örnek alınması gereken ve meşruiyet kaynağı bir dönem olarak algılanmasıdır. Siyasetin mantığında köklü bir döngüsellik vardır. Ataların zamanındaki gibi yapmak, parlak zamanları örnek alarak günceli çözmek, siyasetin en temel gramer kuralları arasındadır.”

Siyaset bilimi profesörü Cemil Oktay, Cumhuriyet dönemi ile Osmanlının, Osmanlı ile Bizans’ın, Bizans ile antik Yunanın siyasi kültür ve geleneklerinin etkileşimleri sonucu ortaya çıkan benzerliklere dikkat çekiyor. Oktay’a göre ortaçağ sınıflı toplum yapısı Bizans için de Osmanlı için de kutsal kabul edilen bir siyasi düzendi ta ki tarihin müstesna devrimci sınıfı, burjuvazi ortaya çıkıp tanrısal toplum ve siyasi yapıyı değiştirene kadar. Artık geleceği belirleme yetisi olmayan, hiçbir kutsiyeti kalmayan geleneksel a priori bilgi yerine beşeri dünyayı salt akıl ve idrak ile algılayan priori bilgi yerleşmiş ve Batı bir anlamda antik Yunan’ da ki en eski köklerine geri dönmüştür. Klasik dönemin altın çağ idealinin yerine geçen Batılılaşma ideali, Osmanlı da Tanzimat’tan itibaren artık yeni meşruiyet miti olmuştur. Oktay’ a göre kadim yunan kültürü, Ortodoks Bizans’ın sansürüyle Osmanlı kültürüne tevarüs etmiştir. Oktay’ın en çarpıcı tezlerinden biri de Modernleşme hareketleriyle birlikte hem siyasi seçkinlerin, hem de aydınların tarihi geçmişten ve halk katmanlarından kopmadığını savunduğu tezidir.

Bunları da sevebilirsiniz