196.Sayı Kitap Seçkisi

KURAN OKULU- MUHAMMED BAKIR ES SADR- FECR YAYINLARI

“Tarihsel yasalar sürekli geçerliliğini koruyan sünnetullaha dayanır. Geçici ve körükörüne meydana gelen bir ilişki, tesadüf ve rast gelmek suretiyle gerçekleşen alelade bağlar değildir. Tarihsel yasalar ilmi bir özelliği olan, tabiat ve kâinatın genel yasalarına bağlı olarak gerçekleşen, normal şekilde seyrini sürdürürken hiçbir değişiklik göstermeyen yasalardır. Yasadaki bu sürekliliğin vurgulanması, tarihsel yasaların ilmi özelliğinin vurgulanması anlamına geliyor. Çünkü ilmi yasa olma özelliği bu olguyu faraziye ve teorilerden ayıran en önemli özelliktir. Demek ki bu, bir süreklilik ve bir olaylar zinciridir ve başıboşluğun zıddıdır. Bunun içindir ki Kur’an -ı Kerim tarihsel yasalardaki süreklilik özelliğine dikkat çekerken ve onun önemini vurgularken hep bu yasanın bilimsel yönünü gözler önüne sermeyi amaçlamıştır. Müslüman fertte tarihi olayların nasıl cereyan ettiğine dair bilinçli, uyanık bir şuur yerleştirmeyi, hadiseleri basiretli şekilde ele almayı hedeflemiş, bu olayların, körü körüne teslimiyetçi bir zihniyetle ele alınamayacağını beyan etmiştir.”

Muhammed Bakır Es Sadr, yirminci yüzyılda yetişmiş değerli Müslüman düşünürlerden biridir. Yaşamış olduğu dönem itibariyle Müslüman dünyanın ilmi ve fikri sıkıntılarına dair birçok önemli eser kaleme almıştır. Bu eserinde ise Kuran' da tarihsel yasalar diğer bir deyişle sünnetullah belirlenmiştir ve Kur’an okumaları ise bu yasaları anlamaya yönelik olmalıdır. Yine Sadr'a göre, Kuran' da tarihsel yasaların önemini üç hakikat ortaya koyar: Süreklilik, Rabbanilik ve insan iradesi. İnsanın dünya üzerinde ki tüm çabaları bu yasalarla uyumu neticesinde belirlenecektir. İnsan için bu yasalarla uyum içinde oluş kendi felahına erişmek için elzem iken, yasalara karşı direniş ise yok oluşa sürükleniştir. İnsanın kendini ve evreni bilmesi, Allah’ı bilmesine vesile iken yine tersi bir bilme sürecide varoluşu bilmesine bir vesiledir. İşte bu noktada Allah in değişmeyen yasaları ferdin ve toplumun değişim ve dönüşüm sürecinde belirleyici olan ana faktörlerdir.

ALÇAK SESLE VE DİVANECE- CAHİT KOYTAK- VADİ YAYINLARI

“ ben şairim
Ve bu kadar doyulmaz güzelliğin,
kozmosa sığmayan aklın,
hudutsuz, dipsiz bilginin,
bu kadar ince ve görkemli,
böyle dal budak, çiçek, yaprak
ve meyve veren sanatın,
her an, her yöne doğru
açılan, yayılan
eskiyen, eskimeyen, ama
durmadan yenilenen, yenileyen sanatın
var olabilmesi için,
bütün büyüklerden Büyük
ve Müteal bir Sanatçı'nın
gerekmediğine hükmedecek kadar kör
ve sağır ve duygusuz değilim”

İkbal, hakikat arayışında ana güzergâhlardan birinin de şiir olduğunu söyler. Bu bize şiirin şuurla olan ilişkisinin önemini hatırlatan güzel bir tespittir. Bu veçheden Cahit Koytak şiiri, okuru şuurun derinliklerinde kendisiyle beraber yol almaya davet ediyor. Şairin tefekkür dünyasının ufuk açıcı yönü ve düşüncelerinde ki zenginlik adeta kendisine hayran bırakıyor okuyucuyu. Bu şiir zenginliğinin derinliğine varmak isteyenler için Vadi Yayınları tarafından yeni yayınlanmış olan bu eser Cahit Koytak’ın son dönem şiirlerini içeriyor.

GÖZÜN VİCDANI- RİCHARD SENNETT- AYRINTI YAYINLARI

“Bütünlük konusundaki Aydınlanma ideali, iyi yapılmış şeylerdeki bütünlüğün modern tanımına girmiştir. Böylece binalarla insanlar arasında bir çelişki baş göstermiştir: Binanın bir biçim olarak değeri, kullanımdaki değeriyle kavgalıdır. Bu çatışma çok basit şekilde ortaya çıkar: Eski bir binayı, yanlarına eklemeler yaparak ya da yeni pencereler açarak değiştirmek ya da modifiye etmek yanlış görünür, çünkü bu değişiklikler orijinal nesnenin ‘bütünlüğünü’ yok ediyor gibi gelir. Değişen tarihsel gereksinimler, sanki zaman bir kirlilik kaynağıymış gibi, orijinal biçimin bütünlüğüne yönelik bir tehdit olarak görülür. Kendilerini kentlerin korunmasına adamış gruplar kimi zaman gerçekten de sanki kent, ister istemez karmakarışık bir yaşama eyleminin mekânı değil de bir binalar müzesi olmalıymış gibi konuşurlar. Binaların yapılma tarzı da bugün bu çelişkiyi arttırıyor. Binalar artık, biçim yönünden, geçmişin bina dizilerinden, hilallerinden ve bloklarından çok daha az esnektir. Modern bir gökdelene kırk ya da elli yıl ömür biçilmiştir, oysa çelik iskeletler çok daha uzun süre dayanabilir; ama servis bacaları, elektrik tesisatı, sıhhi tesisat ancak, binanın ilk başta düşünülen süresi boyunca kullanılabileceği şekilde planlanmıştır.”

Saint Isidore, etimolojiler kitabında kent sözcüğünün İngilizce karşılığı olan ‘city’ sözcüğünün kökeninin ‘civitas’ olduğunu ve bu sözcüğün anlamının kentte biçim bulan duygular, ritüeller ve inançlar olduğunu ifade ediyor. Bir mekân olarak kentin bu tanımlamadan da mülhem oldukça kuşatıcı bir anlamının olduğu anlaşılıyor. Bir bütün olarak hayatı içinde barındıran kentler bizler için varoluşsal öneme sahiptir. Bugün için ise modern kent Sennet’in de ifadesiyle sadece tüketimi sahneye koyan yerler haline gelmiştir. Bu durum kentin anlamının indirgenmesidir. Yine Sennet bizlerin, kenti şekillendirenlerden, kentin oluşumuna dâhil olanlardan kente dair teşhirciliği ortadan kaldıran ve kentte ahlakı yaygınlaştıracak kent tasarımları talep etmemiz gerektiğini vurguluyor.

SÖZÜN DÜŞÜŞÜ- JACQUES ELLUL- PARADİGMA YAYINCILIK

“Söz, kendi başına varolmaz. Yalnızca onu konuşan ve onu yeniden ele geçiren biri üzerindeki etkisiyle varolmayı sürdürür. Söz asla, bu yolu tersine çevirebileceğimiz ve onunla tekrar meşgul olabileceğimiz bir yarın veya başka bir zaman için kullanabileceğimiz veya muhafaza edebileceğimiz bir nesne değildir. Söz şimdi varolur. Şimdiki bir şeydir ve hiçbir zaman manipüle edilemez. Ya var olur ya da var olmaz. Söz beni, rolüm sözün içeriğinden çok kendisi tarafından belirlenecek şekilde kendim yapar; beni konuşan ve dinleyen birine dönüştürür. Sözün bir nesne haline gelmesi için, bir tarafından yazıya dönüştürülmesi gerekir. Fakat bu durumda artık o konuşma değildir. Yine de o, bu biçimde bile zamanı içerir. Bakışım, önce satırı izler, sonra aşağıya doğru kayarak sayfayı inceler ve gözlerin bu hareketi bir zaman alır. Gördüğüm imaj değişir: baştan sona üstünkörü bir göz atış yeterli değildir. Yazılı sayfaya, hiçbir şekilde anlık yaklaşım mümkün değildir; görme, söze uygulandığında zaman alır.”

Jacques Ellul, Kıta Avrupası Geleneğinde yer alan Fransız bir filozoftur. Entelektüel konumu itibariyle Türkiye entelektüel camiası içinde çok geç ilgi görmüş ve çalışmalarının da az bir kısmı Türkçe ’ye çevrilmiştir henüz. Bu çevrilen kitapları içinde en ilgi çekici olanlardan biri hiç şüphesiz Sözün Düşüşü adlı eseridir. Çevirmenin de deyimiyle Sözün Düşüşü dil hakkında yazılmış bir kitap; ‘dille, dinle, tarihle ve modernleşmeyle’ ilgili sorunları olan bir toplumun mensupları için ‘muhteşem’ bir kitap. Modern çağ, teşhirin, göz’ün, imajın söze üstün görüldüğü bir çağdır. Hakikatin taşıyıcısı olan ‘söz’ün indirgendiği/düşüşü yaşadığı bir çağdır. Yazar, söz ve imaj arasındaki dikatominin nasıl imaj lehinde kurulduğunu çözümleyerek ortaya koyuyor. İmajların bombardımanına boğulmuş modern insanın, hakikat telakkisinin ihyası için sözün yeniden inşası ihtiyacı vardır. Yine yazara göre sözün kurtuluşu, insanın kurtuluşudur.

Bunları da sevebilirsiniz