199. Sayı Kitap Seçkisi

İSLAM’IN AHLAKİ İLKELERİ -RAĞIP İSFAHANİ- KALEM YAYINEVİ

“Bil ki ibadet kavramı, mekreme (ahlak ilkeleri) kavramından daha genel bir anlam içerir. Her ahlaki ilke ibadettir, ama her ibadet ahlaki ilke değildir. Aralarındaki belirgin fark şudur: İbadetlerin bilinen farzları, belirlenmiş sınırları vardır. Bu nedenle onları terkeden, haddi aşan zalim olur. Oysa ahlaki ilkeler bunun tersidir. İnsan ibadetlerle ilgili vazifelerini hakkıyla yerine getirmedikçe şeriatın ahlaki ilkelerini tamamlaması, kemale ermesi mümkün değildir. Bu bakımdan ibadetler, adalet kapsamında, ahlaki ilkeler nafile ibadet kapsamında kabul edilmiştir. Birinci derecede önemli görevi, farz ihmal eden kimsenin nafile ibadeti makbul değildir. Aynı şekilde adaleti terkedenden faziletli bir şahsiyet sahibi olması beklenemez. Ancak adaleti hakkıyla ikameden sonra fazladan iş veya ibadetle ilgilenmek, fazladan görev yapmak uygun bir tutum olur; çünkü adalet: bir şeyi olması gereken yere koymak; yapılması gerekeni yapmaktır. Nafile ibadet ve eylemde bulunmak, gerekenden fazlasını yapmaktır. Bu bağlamda bir şeyin kendisi meydana gelmeden, ona birtakım ilavelerde bulunmak doğru değildir”

Daha çok dil üzerine yapmış olduğu çalışmalardan ve Müfradat adlı eseriyle tanıyor olduğumuz Rağıp İsfahani’nin, önemli çalışmalarından biride İslam’ın Ahlaki İlkeleri adlı eseridir. Şüphesiz yazar, İslam düşünce geleneğinde oldukça önemli bir yere sahip olup, ömrünün semeresi olarak birçok eser bırakmıştır. Bu eseri ise yazarın, İslam Ahlakı’nın temel prensiplerini tespit etmeye yönelik ortaya koyduğu geniş çaplı bir çalışmadır. Kuran ve hadisler etrafında, tespit etmiş olduğu konuları vazıh bir şekilde ortaya koymaya çalışıyor yazar. İnsanın halleri, akıl, ilim, şehevi kuvvetler, öfke kuvvetleri, adalet, zulüm vb başlıklar altında olan konular kitabın muhtevasını oluşturuyor. Oldukça nitelikli ve derli toplu bir ahlak çalışması olduğunu düşündüğümüz bu eser, bir kütüphanede bulunması gereken kaynak eserlerden biri olmalıdır kanaatimizce.

EGEMEN VİRÜS- DONATELLA DI CESARE – PİNHAN YAYINLARI

“Bağışıklık durumu birilerini koruma, kollama ve güvence vadederken, birilerini ise reddedilmiş, savunmasız, dışlanmış ve terk edilmiş duruma sokar. Herkes için bakım, yardım, haklar umuyoruz. Ancak ‘hepsi’ giderek daha da kapanan bir küre gibidir: Sınırları vardır, dışlar, kalanları arkada bırakır ve dönüp bakmaz. İçerme gösterişli bir seraptır, eşitlik ise şimdi bir hakaret gibi görünen boş bir laftır. Uçurum büyüyor, artık çoğalıyor. Artık sadece yoksulların apartheid’ı yok. Ayrımcılık tam da ayırma çukurunu kazan bağışıklıktır. Zaten Batı toplumlarının içindedir. Ve daha da dışarıda, sonsuz sefaletin iç bölgelerinde, umutsuzluk ve ıssızlığın sınır çizgilerindedir. Küreselleşmenin kaybedenleri hayatta kaldığında, garanti ve sigorta sistemi gelmez. Tarlalara gömülmüş, kentsel boşluklara park edilmiş, kenara atılmış ve atık olarak birikmiş, sabırla olası bir geri dönüşümü beklemektir. Fakat tek kullanımlık dünya onunla ne yapacağını bilmiyor. Cüruf kirletir. Bu yüzden kirlenmiş, hastalık kaynağı, bulaşma nedeni olanlardan güvenli bir mesafede durmak en iyisi.’’

İçinde yaşıyor olduğumuz zaman diliminde büyük bir krizin içinden geçiyoruz. Bir hastalığın olduğu muhakkak, lakin küresel ölçekte bugün yaşanan kriz hali tümüyle bir hastalık etkeniyle midir? Gerçekten bugün yaşadığımız vakıa nedir? Bu hangi değişimin sancılarıdır? İşte bu bağlamda İtalyan akademisyen Di Cesare, içinden geçiyor olduğumuz bu süreci farklı açılardan okumaya çalışıyor. Yazarın sorduğu sorular tekrar tekrar düşünmek için farklı fikir arkları oluşturuyor. Yoğun medya enformasyonu altında izleyebildiğimiz bu sürecin gerçeklikleri nelerdir, neler göz önünden kaçırılıyor? Virüsün merkez üssü neden Avrupa oldu ve buna paralel olarak üçüncü(!) dünya ülkeleri olarak adlandırılan ülkelerden neden söz edilmiyor? Yazar şöyle vurguluyor: Virüs, kapitalizmin acımasızlığını ortaya çıkardı. Kapitalizm nefessiz bırakır!

 

EROS’UN ISTIRABI- BYUNG CHUL HAN- METİS YAYINLARI

“Dehşet bir hızla çoğalan enformasyon yığını, bu pozitiflik bolluğu, muazzam bir gürültüye yol açıyor. Şeffaflık ve enformasyon toplumunun gürültü seviyesi çok yüksek. Negatiflik eksikliğinde ise sadece Aynı var olabilir. Aslen huzursuzluk anlamına gelen zihin ise, canlılığını negatifliğe borçludur. Veri güdümlü pozitif bilim ne bir bilgi üretir ne de hakikat. Enformasyon sadece malumat verir. Ama malumat gerçek bilgi değildir. Pozitifliği nedeniyle toplamacı ve kümülatiftir. Bir pozitiflik olan enformasyon hiçbir şey değiştirmez, hiçbir şey açıklamaz. Herhangi bir sonuca yol açmaz. Bilgi ise bir negatifliktir. Hariç bırakan, seçkin ve yetkilidir. Bir deneyim sonucunda elde edilmiş bilgi, geçmiş bir durumu bütünüyle sarıp bambaşka bir şeyin başlamasını sağlayabilir. Malumat edinme konusundaki aşırılık, bilginin ortaya çıkmasını sağlamaz. Enformasyon toplumu bir yaşantı toplumudur. Yaşantı da toplamacı ve kümülatiftir. Genelde tek seferlik olan deneyimden esas farkı da bu özelliğidir. Bu haliyle, bütünüyle Başka olana erişimi yoktur.”

Güney Koreli asıllı Byung Chul Han, Almanya’da yaşayan önemli bir kültür kuramcısı ve düşünür olarak günümüz dünyasına dair çözümlemeleri ve eleştirileriyle adından çokça söz ettiriyor. Eros’un Istırabı kitabında da kendi eleştirel çerçevesi dahilinde, bir takım tekil konulara dair çözümleme ve eleştirilerini kaleme alıyor. Burada kurguladığı temel eleştiri diyalektiğini negatiflik-pozitiflik dediği bir karşıtlık üzerinden kuruyor. Yazarın iddiası odur ki, bugün her yerde negatiflik ortadan kayboluyor. Her şey düzleştirilerek tüketim nesnesine dönüştürülüyor. Yazar burada negatiflik- pozitiflik bağlamında kurduğu diyalektiği açıklamak yerine birtakım örnekler üzerinden ortaya koymaya çalışması kanaatimizce okur açısından anlaşılmasını zorlaştırıyor. Yazarın bir diğer tezi ise, bugün toplumun vasıflarından birinin de başarı toplumu olmasıdır. Başarı toplumunda sömüren sömürülendir. Kişi hem fail hem kurbandır.

 

POSTHÜMANİZM- BAŞAK AĞIN – SİYASAL KİTABEVİ

“İşte bu nedenle Transhümanizm, Aydınlanma düşüncesindeki ‘insanın ilerleme kaydetmesine’ duyulan itikadın geldiği son noktadır. Oysa Posthümanizm, Transhümanizmden farklı olarak, teknolojiyi insanlığın birlikte evrildiği bir yol arkadaşı olarak görür. Her şeyden önce, Posthümanizme göre, insanın var olan değerler sistemelerinin merkezinde konumlandırılması sorunlu bir algıdır. Çünkü, insanın biyolojik bir tür olmak dışında tanımlanabileceği net bir referans noktası bulunmadığı için, bu soru beraberinde ‘hangi insan?’ sorusunu getirir. Ayrıca, Posthümanizmde teknoloji de merkeze alınacak bir olgu değil, insan türüne hayatta kalması için destek vermiş, kimi zaman sosyal hayatının kimi zaman bedeninin bir parçası olarak yoluna eşlik eden araçlar kümesidir. Hatta bu araçlar kümesi, evrimimiz boyunca bize yoldaş olduğu için ‘posthuman’ varlıklara dahildir. Ancak bundan daha da önemlisi şudur ki Posthümanizm, doğanın insanın kontrolüne girip ona hizmet edecek, onun buyruğuna ve sadece kendi yaşamını besleme arzusuna boyun eğecek ‘kaynaklar bütünü’ olmasına karşı çıkar.”

Ortadoğu Teknik Üniversitesinden Doktor Başak Ağın bu çalışmasında son dönemin popüler kavramlarından Posthümanizm’in felsefesini kavram, kuram ve bilim-kurgu temelinde açıklamaya çalışıyor. Kitap ana hatlarıyla iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde Posthümanizm kavramını açık bir şekilde ortaya koymaya çalışırken, ikinci bölümde ise Posthümanizm ile ilgili kavram ve kuramları sırasıyla roman, öykü ve bir film serisini inceleme ve eleştiriye tabi tutarak somutlaştırıyor. Yazarın en temel tezlerinden biri Rönesans ve Aydınlanma düşüncesinde ortaya atılan liberal hümanist anlayışın kapsayıcı olmadığı aksine ötekileştirici ve dışlayıcı bir tanımsal içeriğe sahip olduğudur. Liberal hümanist anlayışın insan tanımı beyaz, Avrupalı, erkek, erk sahibi, aklını kullanabilen ve sağlıklı olanı içerisine alan; bu özelliklerin dışında olanları görmezden gelip ötekileştiren bir telakkidir.

Bunları da sevebilirsiniz