203. Sayı Kitap Seçkisi

POPÜLİZMİN KÜRESEL YÜKSELİŞİ – BENJAMIN MOFFITT – İLETİŞİM YAYINLARI

“Bu argümandan popülizm üzerine düşünmek açısından beş temel yorum çıkarılabilir. İlki, krizlerin ancak ve ancak performans ve dolayımla kriz olabileceğini göstererek, çağdaş popülizmde performansın önemini açıkça ortaya koyar. İkincisi, krizlerin popülizme içkin bir tetikleyici olabildiği kadar dışsal olabildiğine işaret ederek, popülizm üzerine çalışanlar için kriz nosyonunu daha detaylı biçimde tasvir eder. Üçüncü olarak, kriz performanslarının “halkı” tanımlamaya yardımcı olmasından dolayı performanslar “halk” düşmanlarını “elitler” ya da diğer azınlık grupları biçiminde tanımlayabilir ve popülistlere, “halkın” düşmanlarını hedef almalarını sağlayacak görünürde “tarafsız” bir gerekçe verir. Dördüncüsü, popülist aktörlerin kriz performansları sırasında atacakları adımları gösteren dünya çapındaki farklı popülizm örnekleriyle test edebilecek ve uygulanabilecek bir model sunar. Beşinci ve son olarak, popülistlerin kriz performanslarıyla genel olarak “kriz siyaseti” arasında farklar olduğunu gösterir.”

Popülizm, güncel siyaset tartışmalarında en çok gündem olan konulardan biridir. Kimi zaman araçsallığı dile getirilirken, kimi zamanda demokrasiye(!) olan zararları vurgulanıyor. Bütün bu tartışmaların yanında bir vakıa olarak popülizmi anlamak mümkün müdür? Popülizm dünya çapında nasıl bu kadar hızlı bir biçimde yaygınlaştı? Popülizm gerçekten de demokrasi(!) için bir tehdit mi? Bu bağlamda Benjamın Moffitt, popülizm kavramını dünü ve bugünü itibariyle tartışmaya açarak ne 'ligini ortaya koymaya çalışıyor. Yazar, doğru bir yaklaşım için çağdaş popülizmin yeniden düşünülmesi gerektiğini vurguluyor zira klasik popülizmin “halk” ve “elit” şeklindeki ayrımı günümüzde medya ve siyasal iletişimin etkisiyle hızla değişip genişlemiştir. Bununla beraber yazara göre popülizmi bir şey olarak görmektense, icra edilen bir siyasi üslup olarak görmek gerekir.

 

ATİLLA’NIN ATINI ÇALAN ÇOCUK – IVAN REPİLA – DERGAH YAYINLARI

“İsteseydim, der Küçük, kollarını çarmıha gerilmiş bir adam gibi açarak, Şeylerin düzenini değiştirebilirdim. Öğlen bizleri ısıtsın diye güneşin yerini değiştirirdim, öğle uykusundan sonra üşümezdik böylece. Köyün eski kokularını getirir, burnumuzu yeni pişmiş ekmek, elma kurabiyesi, çikolata aromalarıyla doldururdum. Kuyudan ağaçlara spiral bir merdiven çeker, sonra canımız yanmadan bir zıplayışta aşağı inelim diye onu geri toplardım. Suyu süte, böcekleri tavuğa, kökleri meyanköküne çevirirdim. Ama istemiyorum. Hiçbir şey yapmak istemiyorum. Burada olmak, evrenin etrafımda dönmesi bana yetiyor. Bizim gibi ölülere öyle olur işte. Canlılarsa… canlılar çocuklar gibidir: ölümle oyun oynarlar. Ölümden korkmayan sert adamların arasında yaşadım, sonra ölümü aldatan ufak adamlarla da ölümün onları sürüklemesine izin veren zayıf adamlarla da, hiçbiri bu amaca adanmış dünyanın anlamsızlığını, küçüklüğünü anlamıyordu. Bunu anlamıyorum. Şimdiye kadar anlamıyordum. Bana bak… Üç büyük adım… Duvarlara çarpmadan işte bu kadarcık gidebilirim. Üç büyük adım.”

İspanyol yazar Ivan Repila’nın bir hikayesi olan kitap, kuyuya düşen iki kardeşin hikayesini anlatıyor. Bu kardeşlerin kitapta isimleri yok, biri küçük diğeri büyük olarak adlandırılıyor. Hikâye olayın ortasından başladığı için, giriş kısmından veya olayın nasıl cereyan ettiğinden habersiz bir şekilde kuyunun içindeki büyük kardeşin “Buradan çıkmak imkânsız gibi görünüyor ama çıkacağız” sözleriyle başlıyor. Büyük kardeş, mücadeleci, umutlu ve cesur bir profili temsil ederken; küçük kardeş, teslim olmuş, karamsar ve çekingen bir profili temsil ediyor daha çok. Bir kuyunun içinden çıkma mücadelesi veren iki kardeşin özelinde, insanın büyük zorluklar karşısındaki hayata tutunma çabasına, en sıkıntılı anlarda bile kardeşliği ve fedekarlığı gözetmeyi önceleyen yanına dair yönleri ortaya koyuyor. Kapatılmış insanın çarpıcı sorgulamaları, cevapları ve bilincin farklı eğilimlerini gözler önüne seriyor.

HANEDEN EV HALİNE – SEYHAN KURT – İLETİŞİM YAYINLARI

“Mekân bütün incelikleri, huyları, hikayeleri ve tanık olduğu gündelik yaşamın dinamikleriyle herhangi bir mimari form olmanın ötesinde anlamlar taşır. Bu açıdan bakıldığında her mekânın kendine mahsus bir kişiliği vardır. Mekândaki nesnelerin her birinin işlevsel ve estetik değerler hiyerarşisindeki konumuyla sakinlerinin alışkanlıkları, geçmişlerinden beslenen gündelik pratikleri ve mekânı düzenleme/sınıflandırma biçimleri arasında, dolaylı ya da doğrudan bir ilişki vardır ve bu ilişkiler bütünü herhangi bir mimari düzenlemeyi bir “hafıza mekânı” olarak karşımıza çıkarır. Bu nedenle mekânın “öyküsünü” biçimlendiren onun sakinlerinin yaşamöyküsü, mekânı alelade bir evren olmaktan çıkarır. Mekân, daha özelinde ev, onu yaşayan, onda yaşayan sakinlerine kendi gramerini dikte eder. Barındırdığı nesnelere, “eşya” kimliğini veren de, eşyaları birer nesne olarak gören de evlerde çoğu zaman farkında olmaksızın edindiğimiz, Marcel Proust’un deyişiyle eşyaları bir odaya koyan dikkatimizle birlikte, onları oradan çıkarıp bize yer açan alışkanlıklarımızdır.”

Mekân sadece bir mimari form olmakla mı sınırlıdır? Yazara göre, mekânın kullanıcılarının yaşamöyküsü, mekânın öyküsünü de biçimlendirerek onu sıradan bir evren olmaktan çıkarır. Mekân kendi gramerini, kullanıcısına dikte eder. Mobilyalar, renkler, kokular mekanla beraber bir hafıza oluşturur. Bu tek taraflı bir etkileşim hali olmayıp, karşılıklı gelişen bir süreçtir. Yazara göre, daha özel anlamda evdeki nesneler, mekânın deşifre edilmesini olanaklı kılar. Bu sadece değinilip geçilecek basitlikte bir durum değildir. Bilakis kullanılan nesneler, bu nesnelerin bir araya getiriliş biçimi, nesnelerin farklılaşan konumları vs bütünüyle toplumun bilişsel yönelimini ortaya koyar. Ev, kendiliğiyle bile özel bir konuma sahiptir; etrafında şekillenen mekân kültürü, tüm kültürü ve hayat tarzını etkiler. Bu minvalde, Türk Evi imgesi üzerinden mekân ve pratik ilişkisini, ciddi bir çalışmanın neticesi olarak ortaya koyar yazar.

İNSAN BAŞKASIYLA İNSAN OLUR – HASAN BACANLI – PINAR YAYINLARI

“Aile ile ilgili diğer bir vurgulanması gereken nokta, ailenin ortak birşeyler yapmasıdır. Günümüzde aile ile ilgili sorunlardan biri de budur. Herkesin yemeklerini ayrı yiyip, odaların çekilmesi ailenin ruhuna aykırıdır. Ailede insanların sofra kurmaları, birlikte yemek yemeleri gerekir. Sofranın dışında ortak yaptıkları şeylerin olması ailenin sürdürülebilirliğini arttırır. Bununla diğer aile bireylerinin yaptıklarına katlanmak gerektiğini söylemek istemiyorum, birlikte keyifle yapılan şeyleri kastediyorum. Çoğu aile bunu yapmak için pikniğe gider. Ama ailenizin sürmesini istiyorsanız, pikniğin dışında bir şeyler bulmalısınız. Birlikte tv seyretmek, birlikte bazı oyunlar oynamak, bazen birlikte yemek yapmak, birlikte eş-dost ziyareti gibi. Ama bunları hepinizin keyif alarak yapmanız gerekir. Söz gelimi ergen çocuklarınız eş-dost ziyaretinden hoşlanmıyorsa onları buna zorlamanız aile içinde sorun çıkarmaktan başka bir işe yaramaz. Onu düşünün ve gitmek istemediğinde onu zorlamayın, ya da pazarlık yapın. Pazarlık yaptığınızda mutlaka başka ortak eylemlerinizin olması gerektiğini unutmayın.”

İnsanı ve insan ilişkilerini ele almak amacıyla yazılan eser, İsmet Özel’in “yolumuz birbirimizi anlamaktan geçmiyorsa, hiçbir yere varamayacağız demektir.” sözüyle başlıyor. Diğer bir deyişle yazar, muradını bu sözle ortaya koyuyor ve başlıktan da anlaşılacağı gibi insan başkasıyla insan olur diyor. İnsana dair olan pek çok şeye değinmeye çalışıyor yazar. Özgürlük, toplumsallık, aile, evlilik, mutluluk, yalnızlık vb hülasa birçok konuya muhabbet havasında değiniyor. Muhabbet havasında diyoruz çünkü yazar sanki karşında okur varmış gibi metni oluşturuyor adeta, metnin içine girip yer yer müdahale bile edebiliyor. Bir manada deneme diyebileceğimiz bir tarzda yazıldığı için, özellikle yazarın yapmış olduğu bazı genellemelerin rol biçen veya diğer bir deyişle insan ilişkilerini nakıs kategorilerle tanımlama biçimine katılmamakla beraber, konu bağlamında ilgilisi için değerlendirilebilecek bir eser.

Bunları da sevebilirsiniz