Sunuş (12)

THE END

Çoğu zaman seyretmeye başladığımız filmlerin sonunda bu ibareyi okuruz: The End. Bazen acıyla dolu senaryonun sonunda biz de gözümüzdeki yaşa son verir, hayatımıza devam ederiz. Bazen de kendi hüzünlü dünyamızdan sıyrılıp trajikomedi filmleri seyredip ağlanacak halimize gülüp kahkaha atarız. Hayatın seyri de bu şekilde devam eder. Eğer bize ait olmayan bu filmleri seyretmeye devam ederse toplum bu mekanizmanın işlemesinde isteseler de istemeseler de bir vida haline gelmeyi kabullenmiş olur. Sonra da bu hayatı kaymışlardan (filmleri uyuklayarak seyreden, kitapları dikkatsizce okuyan) çok çekeriz… Hayatı düzeltmemiz lâzım! Kendi değerlerimizle ayakta kalabilmemiz için güçlü ve kararlı olmamız gerekli. Batıdan (ya da batıcı zihniyet ile) gelen bu filmlerin gayesi hafızaları boşaltıp zayıf bir kişilik meydana getirmek… Zayıf biri, silik biri, bir hiç! oluşturmak… Bunun farkına varan bir yazar diyor ki: “Bugün onların aklıyla kendi hassasiyetimizi anlamaya çalışıyor ve bunu uygar olmak zannediyorduk” Evet, insanlar bu filmleri seyretmeye teşne oldukça bu sonuç değişmeyecek.

Ve… filmlerin sonu olduğu gibi bu hayatın da bir sonu olacak. O sonun başlangıcında: “Yüzler vardır; pırıl pırıl parlayıcıdır. Gülücüdür, sevinicidir. O gün yüzler de vardır; üzerlerini toz toprak, onu da bir karanlık ve siyahlık kaplayacaktır.” Abese: 38-41. Ve yine insanlar o sonsuz hayatta: “iman edip de güzel güzel amel edenler… Onlar için bitip tükenmeyen bir mükâfat vardır. ” 84/25 “Bedbaht olan ateşe girecek sonra orada hem ölmeyecek, hem de dirilmeyecek olandır. 87/13

İşte ağır ağır (bezen de hızlı) yol alan bir tren gibi, hayat da ruhumuzu ve gövdemizi ufalayarak ahiret aleminin raylarını döşüyor. Bu gerçeği fark etmiştik, şükrolsun. Artık sessiz kalabilmemiz mümkün değildi. İlerleyen hayata mukabil Salih amel işlemeden geçen zaman neye yarardı ki? Bu sorunun cevabını bildiğimiz için on bir ay önce sözün ötesinde yazıyla yayın hayatına da adım atmıştık. “Bu ay Allah rızasını kazandıracak kendin için ne işler yaptın?” sorusuna ” Nida” ile cevap vermiştik. Ama, biliriz ki sadece kâğıt üzerinde kalan yazılar hiç bir toplumu kalkındırmaz. Onun için doğruları yaşamalıyız, yaşamaya çalışmalıyız. Cehdimiz bu doğrultuda olmalı. Zira İslâm alemi uygulamayı ihmal edip onun yerine hristiyani kutsallaştırmalar ile hayatı yaşamaya başlayınca gerilemeler başlamıştır. Gerilemeye neden olan bir başka etken de: Ebu Musa el -Eş’ari Hz. Ömer’e Basra’da bir çok kimsenin Kur’an’ı hıfz ettiğini yazar ve bunlara bir tahsisat bağlanmasını ister. Ertesi yıl Kur’an’ı hıfz edenlerin kat kat arttığını bildirir. Bunun üzerine Hz. Ömer, Ebu Musa el-Eş’ari’ye : “Onları kendi halleri ile başbaşa bırak, korkarım ki insanlar, Kur’an’ı ezberleme işine koyulur ve onu fıkh etmeyi terk ederler. Ne yazık ki Hz. Ömer’in bu endişesi aynıyla vaki olmuştur.”(Günümüz Tefsir Problemleri. Prof.Dr.M.Said Şimşek: S.51.)

İlerleyebilmemiz için mücadele etmemiz gerektiğini Ankebut Suresinin 69. ayeti bize öğretir.” Bizim uğrumuzda mücadele edenlere, biz onlara elbette yollarımızı gösteririz. Şüphesiz ki Allah herhalde ihsan erbabıyla beraberdir.”

Bu müjdeye rağmen çoğunlukla insanların sorumluluk almaktan kaçındıklarını görüyoruz. İlk kaçınmada kendi gücümüzün önemli işleri başarmaya yetmeyeceği inancında beliriyor.

Halbuki gücümüzün yettiği kadar başarmak yeterince önemlidir. Bu gerçek bir idrak edilebilse… “Yapılabilecek olanları yapmayanın, yapılamayacak olanlara sığınma hakkı yoktur.” ifadesiyle son verirken şu hatırlatmada bulunmak istiyorum.

“SON PİŞMANLIK FAYDA ETMEZ.”