Sunuş (199)

İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır.”
Yunus Emre

Allah’ın kendisine seslenmesiyle insanın bilme serüveni başladı.

Bu serüven sonsuzluğa doğru uzandı, uzandı… Bildikçe fark etti bilmediğini, merakı ve iştiyâkı arttı.

İlk bildirme aslında ‘fark ettirmek’ içindi. Farkları ortaya koymak için… Ne’lerle, hangi yönleriyle özdeş, hangi yönleriyle nev’i şahsına münhasır bir âyetti?

İşte bu da kendini bilmekti.

Kendini bilen âleme yönelecek. Âlem, içinde alametleri, işaretleri, sembolleri, bazı sır ve bilinmesi zor olanları barındırmaktaydı.

Burada bilmek, hayal etmekle buluşuyordu. Hayal etmek rüya görmek değil, işaretlerin taşıdığı yere doğru seyre koyulmak demekti.

Akıl, nitelik ve nicelik âleminde dolaştı. Akıl, tevhid ile yolunu buldu ve maksada ulaştı.’

Âlemdeki işaretleri takibi bırakan akıl şaştı, döndü ve azdı. Kahrolası, gördü sonra gözünü yumdu ve ağzını açtı. Azgınlaştı.

Pek değerli Nida Dergisi okurları,

Epistemik Şiddet” derken göre bile ‘kendine teklik izafe eden bilgi ve yöntemin efendilerinin’ kendi dışındakini yok sayan kibrinden, şidddetinden bahsediyoruz.

Bu efendiler(!) ellerindeki ip ve değnekleri atıyorlar yere, büyüleri sayesinde koşar gibi hayretle bakan gözlere. Musa’nın yokluğunu fırsat bellemişler. Musa yokken bir araya gelmişler bu kez.

Peki ya Musa’nın kardeşleri nerede!?

Seyre dalanların hepsi ağzı açık izliyor, onların da şevkleri artıyor heyecan dolu bakışlar arasında. Firavun’un gözüyse Musa’da… Ellerini ovuşturuyor sinsi bakışlarla…

Biz şiddeti hakikate yeltenen el, dil ve nazarlardan tanırız.

Atsınlar bakalım ellerindekileri… Hayran bakışlarla bakanlar da baksın, izlesin ve heves etsin sihirbazlara… Ama onlarınki sihir, Musa’nınki ise âyet. Âyet hakikate taşır, sihirse yalanı hakikat göstermeye…

Sizleri dergimizle baş başa bırakalım. Bizim yazdıklarımızı tartın, ölçün, biçin… Üzerine siz de bir şeyler ekleyin. Değil mi ki bu hakikat yolculuğunda birbirimize veli, yâr ve yâreniz.

es-Selâmu alâ meni’t-teba’al-hudâ. (Selam, hidayete tâbi olanların üzerine olsun.)