Sunuş (203)

Rivayet odur ki, öncesinde kasnak yapıp-satan biri köşke gelin gider. Köşkte gezerken ahşap oyma ve kakmalı mobilyalara, merdivenlere, ahşap balkona bakarken kayınpederi: ‘Çok güzel değil mi, nasıl buldun, neler düşünüyorsun?’ diye sorar. Kızsa: ‘Evet çok güzel. Bunlardan ne kasnaklar yapılır onu düşünüyorum’ der ve ortam kulakları sağır eden derin bir sessizliğe gömülür.

Şehirlerimize hangi gözle bakıyoruz veya hangi gözle bakıyorlar?

Konut ve imar alanı olarak mı? Peyzaj alanı olarak mı? Ekonomik kazanç kapısı olarak mı? İnsan, inanç ve kültür olarak mı?

Merkeze ne tür bakış açısını alıyorsanız, şehir o bakış açısına göre şekil alıyor.

Merkezlerine ilim/ bilim merkezlerini ve mabedleri alan şehirler ‘mamur şehirler’; alışveriş ve tüketim merkezlerinin hantal bir cüsse gibi yayıldığı şehirlerse ‘kılıksız şehirler’dir.

Bir kişinin kılıksızlığı dış görünüşündeki uyumsuzluğu, giyim kuşamındaki tutarsızlığı ve biçimsizliğiyle ilgilidir. Aslında sorun, dış görünüşünden ziyade iç aleminde, o konuda yaşadığı belirsizlik ve karmaşadadır.

Aynı şey insan tekinin tutum ve davranışları için de geçerlidir. Kendi iç aleminde başka dış aleme karşı başka insanın bir gün bu tutarsızlığından yorulacaktır. Veya el-iyisi diye bir tabir vardır: dışarıdaki insanlara karşı çok iyi ama içerdekilere karşı olabildiğince nobran… İnsanın iç alemindeki bir parçalanmadır aslında söz konusu olan. Ve bir gün kendisi de bu çelişkiden yorulacağı gibi, dışarısı da tutarsızlığına bir gün şahit olacaktır.

Şehirler ve yaşam alanlarındaki kılıksızlığına dair arkeolojik bir kaç söz söylemeye çalışıyoruz aslında. Yamalı bohça misali fikri ve inanç tutarsızlığının dışa vurumu değilse, başka neyle izah edebiliriz. Her bir şehrin kimliği olduğundan bahsedip, kimlik olarak da Osmanlı’ya, İslam’a, İslam şehrine nisbet edip de ‘X şehri bir Avrupa şehridir’ denilen bir yerdeki parçalı zihni bilmiyorum fark edebiliyor musunuz?

İnsanlar bir ahlak ve erdem dünyasına sahip olarak yaşarlar. Ve bu erdemler dünyası insan elinin değdiği her şeyi çoğu zaman farkında olarak, kimi zaman da farkında olmayarak etkiler, şekillendirir. Peki ya bütünlüklü ve tutarlı bir erdem ve inanç dünyasına sahip değilse insan! İşte o vakit elini attığı her şeyi, bir deyiş ve benzetmeyle, yamalı bohçaya çevirir. Yamalı zihinler, şehirler, yapılanmalar, mimariler, fikirler, topluluklar… İşte bu yamalılık insana ızdırab verir. İnsan yaşarken çektiği ızdırabın asıl sebebinin kılıksızlık, tutarsızlık olduğunu bilmez de başka başka sebeplerle izah etmeye çalışır. İnsan tutarsızlıklarında, fikir ve davranışlarındaki münasebetsizliğinde ve münasipsizlikte ızdırap yaşar. Bir de şu var ki, insanın bu dünyada mes’ud olma ihtimali varsa onun da ancak davranışları ile inancı arasındaki tutarlılığı sağladığında olabileceğini düşünüyoruz. Bu tutarlılığı yakaladığında, müslüman olması şart değil bir seküler de mes’ud yaşayabilir. Biz şuna inanıyoruz ki saadetin asıl zirvesi, insanın varlık gayesi olan kullukla münasib bir hayat sürmesindedir.

Değerli okurlarımız, sizleri güzel bir sayıyla başbaşa bırakıyoruz. Müslümanca bir tutarlılıkla şehirlere, kasabalara, hânelerimize ve yuvalarımıza şekil vermeye çağırıyoruz. Şehirler ilim merkezleri ve allah’ın ibadethanelerine göre dizayn edilir, bunun sembolik hali Mekke’dir, o sade ve yalın haliyle kâbedir. Yalınlık ruhu açığa çıkarır, maneviyatı gölgeleyen her türlü perdeyi yırtar. Selam olsun sizlere…