Sunuş (31)

Kızmak ve Kızdırmak 

Bir abim “Niçin zaman zaman yazılarınızda kızıyorsunuz?” diye sormuştu. Düşündüm, acaba neye, niçin kızmıştım; yoksa haksız mı kızmıştım, veya kızdırılmış mıydım?

Kızmak fiilinin ne anlama geldiğini iyice pekiştirmek için lügate baktım, başka manalarıyla birlikte benim itham edildiğim mana şu idi: kızma, öfkelenme, sinirlenme, hiddetlenme…. Kızdırmak ise: kızmasını sağlamak, kızmasına sebep olmak, sinirlendirmek, öfkelendirmek… He… Demek ki ortada bir fiil varsa bunu yapan bir fail bir de yaptıran var. Sakın demeyesiniz “suç samur kürk olsa kimse sırtına almaz” mış diye. Haksız kazanç gibi haksız kızmaktan da Allah’a sığınırım. Haksız kızma olduğu gibi haklı kızmalar da vardır. Biz, bize kızıldığında sorgulamalıyız. Acaba kızılmayı hak ettim mi? Yok eğer etmediysem hakkımı aramalıyım tabii ki… 

Sözümüz, kızgınlığımız kime!. Müslüman olduğunu söyleyip de ismine layık olamayanlara. Müslüman olduğu halde günahlara sessiz kalanlara… İyi ile kötüyü, güzel ile çirkini uzlaştırmaya çalışanlara… Bidat ve Hurafelerle yoğrulmuş din anlayışını yerleştirenlere… Güzeli yaşamak istediğini iddia edip de sonra da ‘serde gençlik ve arzularımız vs. var’ diyen veya erteleyen umarsız duyarsızlara… Kaytaranlara… TV karşısında zaman tüketip de kitap okumayanlara… Koyun gibi tevekkül anlayışları olan mütevekkilcilere… Gereksiz sorularla gündemi saptıranlara. Ve daha bir çoklarına… 

Nasıl kızmam nasıl !? Müslüman değilse zaten beni enterese etmez. Ona sadece tebliğ yaparım. Dilerse iman eder, dilemezse etmez. Ama ya Müslümansa… O zaman yapacak çok iş var. Peki işe kızmaktan mı başlamalı? Tabii ki ‘Hayır’. Bu, tebliği baştan kaybetmenin sebebidir. Yanlışı gördüğümde önce elimle düzeltmeye çalışırım, buna gücüm yetmezse dilimle tağyir ederim, buna da gücüm yetmezse kalben buğz ederim ki bu da imanın en zayıf derecesidir. Ne yani kızgınlığımı buğzumu içime hapsedip kötülükleri işleyenlere meydan mı verelim.. Ya da bir Uraborus gibi kızgınlığımı belirtmeyeyim mi? Bu olacak iş değil… Gerçi bu coğrafyada “taşları bağlayıp, köpekleri salmışlar” ama taştan başka da kendimizi koruyacak taktikler vardır mutlaka. İşte kızgınlığım kozlar elinde olduğu halde mücadeleden çekilenlere… Allah’tan ecir alacağı halde insanların kızgınlığından korkup sessiz kalanlara.

Biz, Boğanın kırmızıyı görünce kızması gibi hindinin kızdırılması gibi her kızdırıldığımızda kızmayız. Önce sabrederiz… Zillete, meskenete değil tabii. Sabırla düzelmeyi bekleriz, baktık ki olmuyor o zaman kızarız. Lakin “keşişe kızıp orucu bozarak” değil… Orucumuzu bozmadan, bozulanları hizaya çekmeye çalışarak… 

Fakat öyle umarsız, öyle duyarsız insanlar var ki insanı çileden çıkartıyor. İşte bir misal: Adamın aşağısına vurmuşlar; aşağı mahallede davul çalıyor, demiş. Başına vurmuşlar; bizim mahalleye mi geldi ne, demiş. Şimdi bu insana ne yapabiliriz? Kızgınlığımız bile kâr etmez. Hasan Celal güzel gibi “bu insanlar hiçbir şeye değmez” deyip çekilmek de çözüm değil. Çözüm: Allah’a karşı vereceğimiz hesapları düşünerek, Allah’ın gazabını, buğzunu üzerimize almamaya gayret göstererek yaşamakta olmalı… Biz Allah için yaşar, Allah için sever, Allah için buğz ederiz. 

Peygamberimiz Taif’tekilere kızmamış. “Ya Rabb’i bilmiyorlar” diyerek onlara dua etmiş fakat “sen ve Allah dilerse” diyen kişiye de “bu ne biçim söz” diye kızgınlığını belirtmiştir. Sanırım ne demek istediğimi bu örnekle anlattım, inşallah anlaşılırım… Varsın şeytan hasedinden çatlasın, varsın müstekbirler kırmızı görmüş boğa gibi kızgınlıklarıyla saldırsınlar, varsın kızmayı beceremeyen insanlar bize kızsınlar… Yeter ki Allah gazap etmesin. Yeter ki samimi Müslümanları kızdıracak bir söz sarf etmeyeyim. İnsanların kabalıklarına kızıp da kullukta kabalık yapanlara kızmayı bilemeyenlere gelin kızmayı öğretelim. Haksızlıklarını onaylatmak isteyen kişilere kızmaları pahasına da olsa haksızlıklarını hatırlatalım. Kızgınlıklarının kendilerini haksızlığa götürmemesi gerektiğini Maide suresi 2. ayetle hatırlatalım. Kızdığında ağzından çıkanı kulağı duymayan insanları ‘destur’ diyerek sakinleştirelim. Hülasa ne için kızacağımızı, ne için sabredeceğimizi bilelim. Konuşulması gereken yerde susanlar vebaldedir. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” Değerli abim! sizce gene kızgın bir yazı mı yazdım?. Ne yapayım elimde değil. Tahammül edemiyorum duyarsızlıklara. 

Lügatte kızgın bulutu tarif ederken “Faaliyet halinde olan yanar dağların tepesinde meydana gelen yakıcı gazlarla dolu duman kütlesi.” diyor. Faaliyet halinde olan günahkârların karşısında ben de atıl kalan Müslümanlara karşı kızmadan duramıyorum. Hak vermeni ümit ediyorum… Velhasıl, dergimizin Ağustos sayısını da Allah bu ay çıkarmayı nasip etti. Teşekkür ediyoruz. Dergimizin bu sayısına bir de çocuklar için bir sayfa ilave ediyoruz. Çocuklarımızın bu sayfaya katılımlarını bekliyoruz. Ve bir “aile dergisi” diye itham edip yazmaya erinenleri yazmaya davet ediyoruz. İslam anlayışına ters düşmeyen her çalışmayı değerlendirmek bizim şiarımızdır. Nida’mızın münbit bir toprak olması idealimiz. Hem Müslümanlar bir aile değil mi? Problemin değil, çözümün bir parçası olalım. Vesselam…