Sunuş (35)

Yokluk ve Yoksun Olma

Bu iki kelimeyle karşılaştığımda düşünce dünyamda çok şeyler gelişti.

Yokluk ve yoksun olmak.

Yok olan ne, yoksun olduğumuz şeyler neler… İkisi de aynı manayı ifade ediyor gibi görülen kelimelerde bir nüans olmalı diye düşündüm.

Geçinmekte çok sıkıntı çeken insanlar gördüm, belki yoksullardı ama yoksun değillerdi. Maddeden yoksullardı belki ama manadan yoksun değillerdi. Galiba o ince ayrıntı burada. Yoksulluk maddede, yoksunluk manada…

Basiretsiz, ferasetsiz, anlayışsız hiçbir insana yoksul denildiğini duymadım ama bütün anlatılanlara rağmen anlayamayan idraksizleri akıl nimetinden yoksun oldukları düşünülerek onların bu nimetlerden mahrum oldukları düşünülür.

Çevremize ve kendimize baktığımızda bazı nimetlerden mahrum olduğumuzu görüyoruz. Bu mahrumiyet, bu yokluk hali, sabırdan, tevekkülden, teslimiyetten yoksunsak bizi isyana sürüklüyor. Bu sürüklenişin akabinde kanaatin yoksunluğunda zillete düşüyor, bunalıyoruz.

Düşünürsek bazı şeylerden mahrum olmak mukadderdir ki, bunları dünyalıklar olarak nitelendirebiliriz. Ne kadar istersek isteyelim Allah nasip etmemişse bunlar bize nasip olmaz. Eğer Allah istemişse de nehrin akışı gibi kendiliğinden bu nimetlere gark oluruz.

Mesele bu nimetlere gark olduktan sonra şükürden yoksun olmamak…!

İşte elimizde olan özellik bu. İlim isteyen ve çalışan insanı Allah mahrum etmez, ahireti kazanmaya azmetmiş birini Allah cehennemine koyup cennetten mahrum etmez. Kur’ani verilerle bu yüzde yüz gerçektir. “Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir.” 29/69, 8/29

Bu ayetlerden anladığım şudur ki Allah kendi yolunda çalışanlara ebediyette hiçbir yokluk tattırmayacak. Dünyada onlar da bazı maddi şeylerden mahrum olacaklar ki, imanları tescillensin. “Canların, malların, ürünlerin eksilmesiyle, yokluğuyla” imtihan edilecekler, diğerleri de ediliyor. Lakin mümin onların beklemediğini Allah’tan bekliyor. Ne büyük mazhariyet.

Bundan yoksun olan zavallı kendini zengin sanan en büyük nimetin Muttaki olmak olduğunu idrak etselerdi ahirette her şeylerini verip azaptan kurtulmayı istemek yerine, dünyada iken kendilerine verilenleri Allah yolunda değerlendirirlerdi. İmandan yoksun bu madeni zenginlere bunu anlatmak zor…

İşte deprem hadisesinde yaşanılanlar ve muhataplarının tepkisi. İlimle teçhizatlanmış kişi çok zor olsa da Allah’tan gelene rıza gösteriyor, diğerleri çok zor olan yoklukların içerisinde bir de sabırdan yoksun olunca zor olan şey bir kat daha zorlanıyor.

Acı üstüne acı yaşanan belde bana şu ayeti hatırlattı: “…Size keder üstüne keder verdi ki bundan dolayı gerek elinizden gidene, gerekse başınıza gelenlere üzülmeyesiniz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” 3/153. Bu ayetteki gizli rahmetten yoksun insanlar Allah’ın rahmetinin nerede, nasıl ve ne şekilde geleceğini idrak edemezler de insanların daha fazla zenginleşmek için yaptıkları haksızlıklara cılız ses çıkarır da Yaratana karşı sesini yükseltir. Ona denilir ki “Behey şaşkın! Önce nerede hata yaptığını tesbit et ve tövbe et, hatan yoksa sabret rahmet iste ve bekle… gecikse de güzel akıbet müslümanlarındır.” Bu ayeti M. Alptekin hocamızın yazısında okuyabilirsiniz.

Said Çekmegil’in yazısının başlığı üzerinde tefekkür edelim ve “İthamlarımızı kontrol edelim” ilimden yoksunsak rastgele konuşmaktan imtina edelim ve ilim deryasına dalarak zenginleşelim. Bunu yapmıyorsak ‘ben bilemiyorum’ diye sızlanmayalım. Bir söz vardı “bilginin efendisi olmak için, çalışmanın hadimi olmak gerek.” Bilginin efendisi olmaktan çok uygulayıcısı olmakla amel defterimizi zenginleştirelim.

Kürün’ün yazdığı açmazlardan biri olan insanların İslam Anlayışı’nı kontrol etmelerini tavsiye edelim. İslam’ ı yenilemenin derdine düşeceklerine halk dininden kurtulup Hakk’ın dinini anlamaları gerektiğini öğütleyelim. Peruk takarak değerlerinde yoksullaşan arkadaşlarımıza bir de Ö. Hotar’ın formülünü uygulamalarını tavsiye edelim. İsteklerine kavuşmak için kırk dereden kırk su getiren insanların halini ne güzel tasvir ediyor Y. Şüheda ‘Kırk takla attırarak’.

Her işittiğiyle hareket edip de şu ayetten yoksun olan insanlar çok çabuk birilerini karalıyor veya karalayanların iftiralarını başkalarına taşıyorlar. “Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın müminlerin, kendi vicdanları ile hüsnü zanda bulunup da ‘Bu apaçık bir iftiradır’ demeleri gerekmez miydi?” 24/12 Çünkü siz bu iftirayı dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu Allah katında çok büyük (bir suç)tür. Onu duyduğunuzda ‘Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Haşa! bu, çok büyük bir iftiradır’ demeli değil miydiniz? “24/15,16 “Kişiye her duyduğunu söylemesi günah olarak yeter” haberini hatırlatıyor. Maddede zengin manadan yoksun insanlara bunu öğretmek ne kadar zor.

Ateş’in dediği gibi: Gözü ayı görenin yaratıcıyı görememedeki körlüğü kimseyi üzmez de maddi gözü görmeyene acır da durur. Keşke görmede zengin, hissetmekten yoksun her kişi Ümmü Mektum gibi ola bilseydi.. Abese suresi bize anlatır bu olayı.

Müslümanın dinlenmesinin de yine bir iş haliyle olabileceğini söylüyor H. Özgür. Doğrudur. Hayat kısa lakin yapacak iş o kadar çok ki. Ve bu fırsat da bir daha bize verilmeyecek bunu biliyoruz.

Ah Asuman ah! Keşke her uyan kale alınsaydı da uyarılan kendine çeki düzen verseydi. O zaman ne sorun kalırdı ki. Sen yine de büyüklerini uyarmaya devam et. Onlar uygulamaktan yoksun kalsalar da sen “iyiliği emreden, kötülüğü nehyeden” biri olmakla zenginleşirsin.

Evet, yazarlarımızdan Allah razı olsun. Ben onları okurken ne kadar zenginleştiğimi hissediyorum. Eğer dergimiz çıkmaya devam ederse Kırk haramilerden daha çok zengin olacağımı düşünüyorum. Keşke ilim edinme ve okuma muhabbetinden uzak herkese ulaşabilsek de onlar da bu yazılardan mahrum olmasa. 

Fakat şu da var ki ‘zorla güzellik zor olur.’ Evet bu sayıda da dergimizi size bu şekliyle sunduk. Maalesef teknik aksaklıklar hiç bitmiyor. “Testinin içindeki neyse dışına sızanmda odur” deniliyor fakat bazen suç testinin kendisinde de oluyor. Kötü bir topraktan yapılmışsa içindeki güzeli de dışarıya bulanık aksettiriyor. Teknik hatalardan dolayı özür diliyoruz. Bazı yazılar geçen ay kötü akıbete uğramıştı. Bazı kardeşlerimizin yazıları da elimizde, fırsat buldukça yayınlayacağız inşallah. Yine de hamd olsun ki yazılarda fikri bir aksaklık yok. Şimdi belki insanlar beğenmiyor, o zaman Allah da bizi beğenmezdi. Tabii her halükarda her şeyiyle güzel olmak güzel. Fakat olmayan şey de sunulmuyor, sunulamıyor. Ah bu matbaalar ah!

Yok olan şey sunulamayınca oluruz yoksun… Her neyse bir asırdan diğer bir asra geçerken neler yapabileceğimizi iyi tahlil edelim. Zira diyorlar ki: “21. Yüzyıl ‘Bilgi Çağı’ olacakmış” Hoş o zamana kadar bu toplum bilgisizliğinin kurbanı olmazsa…. ilim yolunda zenginleşen dava sahiplerine selam olsun. İlimden yoksun hayat sahiplerine yazık olsun…

Vesselam…