Hz. Muhammed Mekke’de – Montgomery Watt
“İnançları uğruna işkenceye katlanmaya hazır olması, kendisine inanan kişilerin yüksek ahlaki karakterleri ve onu lider olarak görmeleri, nihai başarısının büyüklüğü bütün bunlar onun özünde dürüst olduğunu göstermektedir. Batıda, tarihteki büyük şahsiyetlerden hiçbirisi, Hz. Muhammed kadar az takdir edilmiş değildir. Batılı yazarlar, Hz. Muhammed hakkında, çoğunlukla, en kötü şeylere inanma eğilimi içinde olagelmişlerdir; herhangi bir fiilin tartışmalı bir yorumu inandırıcı gelmişse, onu kabul etme eğilimi içinde olmuşlardır. Dolayısıyla, eğer onu, tam olarak anlayacaksak ve geçmişten tevarüs ettiğimiz yanlışlıkları düzelteceksek; onun yalnızca özünde doğru ve dürüst amaçlı olduğunu kabul etmek değil; aksi kesin olarak ispat edilinceye kadar onun her bakımdan samimi olduğu inancına bağlı kalmamız gerekir.”
İskoç tarihçi ve İslamolog Montgomery Watt bir müsteşrik olmasına rağmen Hz. Muhammed’in hayatını şimdiye kadarki siyerlerden daha farklı olarak, insaflı bir tarihçi ve tarafsız bir ilim adamı bakış açısıyla anlatıyor. Watt usul olarak öncelikle Kur’anı referans alıp, hadis ve diğer rivayetlere karşı ise akılcı bir tenkit metodu kullanıp alıntılar yapsa da tarafımızca sahihliği zayıf sayılabilecek rivayetleri de kullanıyor. Fakat bu eksikliğin sebebini Watt’ın hadis konusunda uzman olmamasına bağlayabiliriz. Batılı ilim adamları da dâhil herkesin hata yapabileceğini düşünen Watt, Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki teolojik meselelerde tarafsız kaldığını belirtirken kitabın bütününde bu itidalli tavrı sergiliyor. Kitapta Watt Hz. Muhammed’in doğumundan önceki Arap toplumu da dahil Peygamberin Medine’ye hicretine kadar olan süreci tarihsel, siyasal, toplumsal ve iktisadi yönleriyle tahlil ederek ayrıntılandırılıyor.
TARİH MANİFESTOSU - Jo Guldi, David Armitage
“Ulus-aşırı tarih anlayışı şimdi çok revaçta, geleceğin modası ise zamanaşırı tarih anlayışı olacak. Modern tarih, 19. Yüzyıl Avrupa’sının devrimci ulus-devletlerine nereye doğru gittiklerini anlatmak için kurulmuştu; 20. Yüzyılda modern tarihi ise ulusun ortandan kalkmasından sonra yerine neyin geleceğini dünyaya anlatmak üzere, yeni baştan inşa edildi. Bizim hedeflediğimiz tarih ise geniş kaynaklar yelpazesinden yararlanarak örülen daha kapsamlı bir makro hikâyeye yedirilmiş mikro tarihsel, arşivsel çalışma rolünü sürdüren bir tür tarihtir.”
Cambridge üniversitesi yayınlarından çıktığı andan itibaren büyük takdir toplayan Tarih Manifestosu, popüler kısa dönemci tarih anlayışına karşı etkinliğini tekrar arttıran ‘Longue durée’ denilen uzun dönemli tarihçiliği savunan akademik bir çalışma. Yazara göre ‘Longue durée’ tarih anlayışı ulusal tarihin sınırlarından dışarı adım atabilmemizi sağlar ve yalnızca beşeri sistemlerin değil, küresel sistemin bütününde de kendi kriz dönemimize özgü bilgi üretiminin gerçekleriyle yüzleşmeye çabalayan, akademik bir çevre öngörür. Ona göre geçmişi/tarihi bilmenin geleceği öngörmeye yaradığı kadar, bir toplumun nasıl yönetileceği konusunda etik kararlar almak için de gerekli bir önkoşuldur. Eser tarihsel düşünen bilim insanlarının ve iktisatçıların çağdaş politikalara, yönetişime ve ekonomiye verdikleri yönü örneklendirerek anlatıyor. Nobel ödüllü atmosfer kimyageri Paul Crutzen’in Antroposen çağ kavramının üretilmesini de uzun dönemli tarih anlayışıyla ilişkilendirilerek anlatılıyor. Yazara göre tarih uzmanların küçük loncasının bir mülkü olarak değil milyonların meşru bir mirası olarak tasarlanır ise geçmişin ortak geleceği olabilir. Yazar bunun için tüm dünyanın tarihçilerini birleşmeye çağırıyor.
ŞİDDETİN TOPOLOJİSİ – BYUNG CHUL HAN
“Günümüz toplumu bir egemenlik toplumu değildir, artık başarı ve performans toplumunda yaşıyoruz. Hayatını performans ve üretim üzerine kuran özneyi tebadan ayıran nokta, kendisinin egemen oluşudur, kendisinin pazarlamacısı ve girişimcisi olarak, özgürdür. Başarı ve performans toplumu iç mantığından hareketle bir doping toplumuna evirilmektedir. Çıplak canlılık işlevlerine indirgenmiş hayat, mutlaka sağlıklı tutulması gereken bir hayattır. Sağlık, yeni tanrıçadır. O nedenle yalın hayat kutsaldır. Artık insanlar ölmeyecek kadar canlı ve yaşamayacak kadar ölüdürler. “
Güney Kore kökenli yazar ve kültür kuramcısı Byung-Chul Han kitabında şiddetin hiç kaybolmadığını ve dönemler içerisinde kılıktan kılığa girerek hep varlığını koruduğunu gayet açık ve akıcı bir dil ile anlatıyor. Chul’a göre antik Yunan toplumu şiddeti amaca götüren bir araç olarak kutsayan ve dışsal şiddeti kullanarak ruhun yükünü hafifleten bir kan toplumudur. Ancak modernite şiddeti ruhsallaştırmış, psikolojikleştirmiş, içselleştirmiş ve toplumsal düzlemde meşruiyetini kaybettirmiştir. Lakin modernite şiddetten hazmetmez değildir. Şiddet artık iktidarın güç gösterisi şeklinde gururla sahnelenmek yerine utançla gizlenmektedir. Chul’a göre arkaik kodlardaki ‘ardında leş biriktirerek güçlendiğine inanma’ inancında ki kanın yerini para almış ve bu kapitalist alt bilincin oluşmasını sağlamıştır. Chul Freud üzerinden şiddetin ruhunu, Schmitt üzerinden şiddetin politikasını, Girard ve ‘mimetik rekabet’ kuramı üzerinden şiddetin arkeolojisini, Foucault ve Agamben üzerinden şiddetin mikrofiziğini, Boudrillard üzerinden olumluluğun şiddetini ve şeffaflığın şiddetini, Deleuze üzerinden rizomatik şiddeti, Hart ve Negri üzerinden de küreselliğin şiddetini geç modernitenin gözünden tartışıyor.
ALÇAKLIĞIN EVRENSEL TARİHİ – JORGE LUİS BORGES
Altın ve fırtına senin safında savaşsın, Magnus Barfod.
Yarın, krallığımın kırlarında savaşırken, bahtın açık olsun.
Soylu ellerin, yüreklere korku salsın kılıcı savururken.
Kılıcına karşı koymaya kalkışanlar, kızıl kuğuya yem olsun.
Tanrıların seni şan ve şerefe boğsun, kana doyursun.
Ey, İrlanda’yı çiğneyen Hükümdar, tanyeri ağarırken zafer senin olsun.
Yarın, bütün günlerinden daha görkemli ışısın.
Çünkü son günün olacak. Andım olsun, Kral Magnus.
Çünkü gün ışığı kararmadan seni bozguna uğratıp
karanlığa boğacağım, Magnus Barfod.
Şair, öykü ve deneme yazarı J.L. Borges’in; kendi kendime öykü yazmayı göze alamadığımdan dolayı başkalarının masallarını bozup, çarpıtarak kendimi ve okuyucuları hem eğlendirip hem de düşündürüyorum diyor. Yoktan yaratma olmaksızın esinlenme yoluyla yazılan eser post modern edebiyatın ilklerinden. Kitap; Köle tüccarı Lazarus Morell, Sahtekar Tom Castro, Gangster Monk Eastman, Katil Billy the Kid, Dul Korsan Ching gibi Borges’in ironik/ilginç tanımına göre alçak olan kötü şöhretli kişilerin hikayelerini üstün edebi bir dil ve tasvir ile anlatılıyor. Borges kaynak olarak binbir gece masalları ve kutsal metinlerden de faydalanırken, sahte peygamberleri alçaklar sınıfına koysa da Hz. Muhammed’e Oryantalistce bakan Muhammed’in dublorü hikayesine de kitabın da yer vermiştir.