198. Sayı Kitap Seçkisi

tarihin-dehseti-tarih-ketebe-teofilo-f-ruiz-283-28-O
TARİHİN DEHŞETİ -TEOFİLO F. RUİZ- KETEBE YAYINLARI

“Kafa karıştıran şey, 11 Eylül’de seçilen hedefler ve teknolojinin olağanüstü kullanımıydı. Tarih boyunca benzer eylemler gerçekleştirilmiş ve benzerleri hala dünya çapında gerçekleştirilmektedir. Batı’da yazılan, deneyimlenen ve şekillenen tarih, geçmişin, günün ve geleceğin başka yerlerde hayal edilme biçimlerine ters düşmektedir. Fakat Batı geleneğinde tarih reddedilmiştir ve reddedilmeye devam etmektedir. Batılılar, şehitlik amaçlı intihar eylemlerinden habersiz değildir. Burada tekrar tekrar söylemeye çalıştığım şey, tarihi olayların gerçekleşirken içinde direnişin çekirdeğini barındırmasıdır. Ve aynı zamanda tarihin boğucu baskısına karşı en yaygın bireysel ve toplumsal direniş biçimi ya da ret, bazı dini deneyimlerin ya binyıl beklentilerine ya da ütopyacı fantezilere dönüşmüş olmasıdır. Postmodern dünyamızda bile bu dini hareketlerin sıklığının sürekliliği bizi onlara karşı tetikte olmaya iter. Birçok yönden inanç toplulukları sosyal ve siyasal normların dışında durur. Çoğu zaman bu inançlar devletin kısıtlamalarını ve otoritesini reddeder.”

Tarih devamlı dehşet üreten ve kendisinden özellikle kaçılması gereken bir gerçek midir? İnsanın insan oluşunun çizgisi midir, yoksa insan yapımı facia ve dehşetlerin, büyük savaşların, kanın ve gözyaşının kendisi midir? Teofılo F. Ruız, bu soruları kendi vechesinden net bir yanıt verir; tarih, insan yapımı faciaların ve bitmek bilmeyen savaşların meydana geldiği bir gerçektir ve insan bu dehşetten kaçma çabalarını üretegelmiştir tarih boyunca. Yazara göre bir anlam üretme çabasında olan insanın, dini tecrübeyi benimsemekten maddi dünyanın peşine düşmeye ve estetik mutluluk arayışına kadar hem sıradan hem de alışılmadık şekillerde anlam bulma yolları üretegelmiştir. Bütün bu çabaların hepsi tarihten kaçmak içindir. Yazar geniş bir birikim çerçevesinde tezini kurgulamaktadır. Kitabın kurgusu içinde sık sık düştüğü tekrarları bir tarafa bırakırsak, Batı dünyasının iç hesaplaşmasına dair göz önünde bulundurulabilecek bir eser.

gerçek yaşam
GERÇEK YAŞAM- ALAİN BADİOU – SEL YAYINLARI

“Aslında, insan gençken, genellikle açıkça farkında olmasada, kimi zaman birbirine karışan ve çelişen olası iki yaşam yöneliminin tuzağına düşer. Bu iki eğilimi şöyle özetleyebilirim: Kendi hayatını mahvetme tutkusu ile inşa etme tutkusu. Hayatını mahvetmenin nihilist an kültü olduğu söylenebilir. Bunun ifadesi, saf isyan, başkaldırı, itaatsizlik, ayaklanma, kamusal alanların birkaç haftalığına işgali gibi parlak ve kısa yeni kollektif yaşam biçimleri rahatlıkla olabilir. Fakat gördüğümüz, bildiğimiz gibi bütün bunların kalıcı etkisi yoktur, bir yapıdan ve zamana örgütlü hakimiyetten yoksundur. No future sloganıyla yürünür. Tersine, eğer kişi yaşamını gelecekte gerçekleştireceği şeye, başarıya, paraya, toplumsal mevkiye, karlı bir mesleğe, aile huzuruna, güney denizlerindeki adalarda tatillere yöneltirse, bunun sonucu, mevcut iktidar yapısını koruma kültü olur, çünkü kişi yaşamını bu yapının içine olası en iyi konuma yerleştirmiştir. ’’

Alain Badiou çağımızın en önemli Fransız felsefecilerindendir. Eylemsel ve eleştirel duruşu ile modern dünyaya karşı muhalefetini ortaya koyan düşünürlerdendir. Badiou, gençleri baştan çıkarmaya yönelik bir çağrı adını verdiği bu eserde, antik dönem filozoflarından Sokrates’ in idama götürülme sebeplerinden birini işliyor. Sokrates’in bu suçu öğretileriyle gençleri yoldan çıkarmasıdır. İşte bu bağlamda Badiou, bu misyonu yüklenmeye çalışır ve gençleri yoldan çıkmaya davet eder. Ama hangi yol? Badiou, modern çağın gençlere iki yol tanıdığını söyler; birincisi kendilerini geliştirip piyasa için nitelikli tüketim elemanları haline dönüşmektedir. İkinci yol ise haz ve hız furyasına kapılıp varoluşlarını hiçleştirmektir. Badiou, bu yoldan çıkmayı önerir, varoluşunun bilincinde ve piyasa cazibesine karşı eleştirel duruşu olan bir yol benimsenmelidir. Badiou’ nün ilgi çekici tespitlerinden biride, bugün iktidarları yönetenlerin orta yaş grubu olduğu ve bu grubun gençlerin enerjilerini yaşlıların ise tecrübelerini farklı şekillerde kanalize ederek iktidarlarını pekiştirdikleridir.

okul sıkıntısı
OKUL SIKINTISI- DANIEL PENNAC- CAN YAYINLARI

“Gelecek yok. Hiçbir şey olamayacak çocuklar. Umut vaat etmeyen çocuklar. İlkokul, ortaokul, ardından lise, ben de bu hayatın bir geleceği olmadığına kesinkes inanırdım. Zaten başarısız bir öğrencinin kendi kendini inandırdığı ilk şey budur. ‘Böyle zayıf notlarla ne beklersin ki?’ ‘Sanki orta bire geçeceğini mi sanıyorsun sen? (Orta iki, orta üç, orta dört, lise bir, lise iki…)’ ‘Bakaloryada sizce ne kadar şansınız var? Kendiniz hesaplayın lütfen, yüz üzerinden ne kadar şansınız var?’ Ya da tam bir sevinç çığlığıyla haykıran ortaokuldaki şu müdire: ’Siz Pennacchioni, BEPC (okul bitirme brövesi) kim, siz kimsiniz? Asla başaramazsınız, anladınız mı, asla!’ Kadın zevkten tirtir titriyordu. En azından senin gibi olmayacağım, ihtiyar kaçık! Asla öğretmen olmayacağım, kendi ağına takılmış dişi örümcek, en son gününe kadar masasına çakılı kalan zindan bekçisi! Asla! Biz öğrenciler gelip geçiyoruz siz burada kalıyorsunuz! Biz özgürüz, siz müebbet yediniz.”

Danıel Pennac, ünlü fransız romancılardandır. Daha çok polisiye tarzından yazdığı romanlarıyla bilinen yazar bu kitabında kendi bireysel okul yaşamından yola çıkarak, okulun ve modern eğitimin açmazlarına dair gözlemlerini, analizlerini ve eleştirilerini dile getirir. Okul koşullarını pedagojik, sosyo-kültürel olarak irdelerken bugününde okul durumunu tenkid eder. Yazarın kendisi de çocukken oldukça tembel(!) bir öğrenci olarak görülmüş ve tembel diye adlandırılan öğrenci profilini temsil ettiği için bu gözle tekrar tekrar çıkarımlar ve eleştiriler yapar. Yazar, eğitim yaşantısının devamında kimsenin umudu olmamasına rağmen öğretmen olmuştur ve bu vecheden de gözlemleri vardır. Kitabın muhtevasında yazarın farklılaşan konumu itibariyle hem öğrenci hem öğretmen bakışı okumayı zenginleştirirken, özellikle bir öğrenci için öğretmen profilinin ne denli önem arzettiğini anlayabiliyoruz. Belki bu nokta itibariyle bile öğretmen okurlar için özellikle dikkate alınası bir eser.

sarkiyatciligi-yeniden-dusunmek-dusunce-ketebe-wael-b-hallaq-230-23-B
ŞARKİYATÇILIĞI YENİDEN DÜŞÜNMEK- WAEL B. HALLAQ- KETEBE YAYINLARI

“Bu kitabın tezi şudur: hem basit Şarkiyatçılık terimi hem de karmaşık Şarkiyatçılık kavramı, ciddi bir biçimde yanlış anlaşılmıştır; bu iki ifade, kısmen Said’in yazıları nedeniyle, ideolojik semantiğin alanında yaygın bir biçimde faal olan kaba siyasal sloganlar ve parolalar haline getirilmiştir. Bir bilim adamını ‘Şarkiyatçı’ diye etiketlemek, bir suçlama tarzı, olumsuz bir unvan halini alırken, ‘tarihçi’, ‘mühendis’, ‘ekonomist’ ya da hatta ‘antropolog’ unvanları, hâkim olarak ama yanlış bir biçimde, nötr kabul edilir Terimin ve kavramın siyasallaştırılması, gerçek anlamının ve kapsamının içini boşaltmış; derin düşünce ve eylem yapılarıyla işbirliğini maskelemiş ve böylece büyük oranda onu, entelektüel tartışmanın şöyle dursun, ciddi bilimsel tartışmanın yapay ve aslında tamamıyla faydasız bir kategorisi kılmıştır. Aslında tarafgirliğe, hor görmeye, kültürel önyargıya, sömürgeciliğe ve emperyal tahakküme hapsolmuş kavram, kendi vizyon sahasını aşamayan tamamıyla siyasal bir çerçevede sıkışmış olarak kalmıştır.”

Şarkiyatçılık için yüzeysel bir tanımlama itibariyle doğu araştırmaları bilimidir denir. Lakin Edward Said’ in yazmış olduğu çağımızın en önemli eserlerinden olan Oryantalizm ile beraber bu yüzeysel ve masumane(!) tanım yerini hayli ciddi bir şarkiyatçılık tanımına bıraktı. Şarkiyatçılık, emperyalizmin doğu toplumlarını sömürgeleştirmesine hizmet eden bir bilgi sistemi olarak varolmuştur. Şark için yanlış temsil biçimleri oluşturmuş, tekil ve bağımsız örneklerden büyük genellemeler çıkarmış, şarklı halkları iradesiz ve temsil edilmesi gereken nesneler olarak görmüştür… Wael b. Hallaq ise kitabında Said’in tezini tenkid ederek genişletme çabasında olduğunu iddia eder. Zira ona göre Said, Şarkiyatçılığı eleştirirken onun bir parçası olduğu modern epistemoloji ile hesaplaşmaz. Onun batının seküler, hümanist ve modern vecheleriyle kültürel olarak bir sorunu yoktur zira O’da kendini oraya ait görür. Yazara göre asıl yapılması gereken bir bütün olarak modern epistemoloji ile hesaplaşmaktır.

Bunları da sevebilirsiniz