Metafiziğin en önemli mevzusu olan ölüm, modern insanın bilincinden ve günlük hayatından uzaklaştırmaya çalıştığı bir mefhum olmuştur. Klasik insanın bilincinden ve hayatından kovalamak yerine beklediği ölüm, modern insanda kovalanası tedirgin edici bir düzlem olmuştur. Ölümden korkmak yerine onu hafife veya alaya alarak ölüme yaklaşmaktadır. Ölümü “hakiki haysiyet” olarak gören Adorno, ölümün çağdaş insan bilincinden kovulma nedenini; insanın öteki dünyaya olan umudunun kesilmesi ve şimdi ve burada olanın umutsuz sefaleti olarak açıklanmasıdır. Ona göre modern dünyadaki canlının toplumsal sistemin çıkışına indirgenmesiyle evcilleştirilmiş ve alçaltılmış ölüm, kültür endüstrisinin mercekleri altında gülünçleşmeye başlamıştır. Kültür endüstrisi ve modernlik ölüm imgelerini çürütmüş ve yıkmış, cesedi ise hâlâ insana benzeyen ama sadece bir cisme benzeyen bir sahne aksesuarıdır.
Ölüme kendi üyeleri kadar kayıtsız kalan insanlığın kendisinin de ölmüş olan bir insanlık olduğunu dile getiren Adorno’nun ölüm hakkındaki söylemlerini daha ileriye götüren Baudrillard, mevcut kültürün yaşam ve ölümü birbirinden ayırmak için harcanan muazzam bir enerjiden ibaret olduğunu söyler. Ona göre “korkutucu olmayan”, “eğlenceli” ve “cazibeli” hale getirilen ölüm, çağımızda farklı bir konum almıştır. Modern dönemde ölüm; sinema ve TV üzerinden üzerinde simülakr haline getirilirken funeral homeslar/ cenaze evleri sayesinde ölü “gülümsetilen”, “öncekinden daha canlı teni olan”, “konuşacak ve yaşıyormuş” gibi hâle getirilir. Baudrillard, imgeyi ve takliteçeyi esas alan modernliğin ölümün, yaşamın renklerine büründürülerek nesneleştirildiğini iddia eder. Ölümün; “hileli” ve “idealleştirilmiş” biçimde doğallaştırılarak modernlikle uyumlu hale getirilen ve adeta canlılar arasında dolaşan bir simülakr kılıfında ve görevinde olduğunu dile getirir.
Ölümü “çelişki”, “tersine çevirme” ve “simgesel meydan okuma” olarak tanımlayan Baudrillard’a göre modern kapitalist toplumlarda ölüm, simgesel olarak değiş tokuş edilemediği için kaosa neden olmaktadır. Gerçeği ortadan kaldıran, gerçek ile düşsel arasındaki karşıtlığa son veren bir değiş tokuş eylemi olan simgesel sayesinde yaşam ve ölüm, düşselliğe dönmektedir. Yaşamı tehdit eden ve yararsız bir şey haline getirilen ölüm, metastatik ölüm biçiminde güncel haber sistemlerine de dâhil edilmiştir. Ölüm; anlamı peşinen canlı bir anlamlama süreci içine yerleştirilerek güncel haber sistemlerine ve filmlere dâhil edilerek malumat haline getirilmeye çalışılmaktadır. Baudrillard’a göre yalnızca ölüm, yapaylaştırılmayıp hayat da var olan hakikatinden koparılıp “yapaylık” sürecine dâhil edilmektedir. Modern insana ve zamanlara özgü “kirletici”, “hassas” ve “modası geçmiş” olgular ve nesnelerle, süper üretim düzeni olan teknolojik çevre ve teknolojik kültürle, hayat asıl düzleminden koparılarak yapay bir “ölüm” ortamı yaratılmaktadır.
Mezarların önce evlerin içinde olduğunu daha sonra şehrin içine taşındığını, ölünün dışlandığı modern dönemlerde ise şehrin dışına atıldığı tespitinde bulunan Baudrillard, modern toplumlarda dışlanan ölünün, günlük yaşamdan uzaklaştırılarak şehir dışına atıldığını, böylelikle gözden kaybedildiğini ifade eder. “Zannedilen yerde olmayan ölüme ait nekropoller, bilgisayarlarla doldurulmuş bodrum katları ve hollerle her türlü insan gürültüsünden arındırılmış beyaz mekânlardır.” diyerek ölümün TV ve web ağları içinde kaybedildiğini söyler.
Ölümün bilimsel olarak iptal edilmek istendiğini iddia eden filozof, bununla yetinilmeyip ölümün güncel yaşamdan silinmeye çalışıldığını iddia eder. Ölümün, güncel yaşam üzerinden silinmesi sosyal medya vasıtaları üzerinden olmaktadır. Ölmekte olan yakınları ile çekilip sosyal medya hesaplarında paylaşılan resimler ölümün kanıksanmasından daha çok değersizleştirilmesi ve anlamının silinmesidir. Ölüm, bir show haline getirilip hakikatinden koparılmaktadır. Bu paylaşımlara şahit olmak için ömrü yetmeyen Baudrillard (ö. 2007), modern dünyada ölme biçimini “…Hem modern dünyaya özgü tek ölümü paylaşma biçimi hem de hiç kimsenin kesinlikle ilgi duymadığı bir ölme biçimidir.” Diyerek tasvir eder.
Ölüm ve hayatın birbirinden koparılmaz iki hakikat olarak gören Baudrillard’a göre bir değer olan hayata karşılık ölüm ise zamanın genel bir eşdeğer olarak yeniden üretiminden ibarettir. Hayatın karşıtı olan ölüm; bir ayrışma ya da gerileme değil, bir tersine çevirme ve simgesel bir meydan okumadır. Ölümün hem hayatı hem de faniliğin hatırlatıcısı olduğunu iddia eden Baudrillard, hayatın ve insanın mânâ kaybına uğramasının en büyük nedenini ölümün tasfiye edilmek istenmesi olarak görür. O da Heidegger gibi hayatı; anlamlı kılanın, onu birlik ve bütünlük haline getiren ve işlevsel yapanın ölüm olduğunu düşünür.
Ölümden uzaklaşan sistemin zamanla yaşamdan da uzaklaştığını söyleyen Baudrillard’a göre hayat-memat (ölüm) dualitesi terk edilmiştir. Simgesel değiş tokuş düzeni olan ilkellerde yaşamla ölüm arasında simgesel değiş tokuş ilişkisi varken; modern toplumlarda ise kapitalist düzen bu ilişkiye son vermiştir. Değiş tokuş nesne düzeyine indirgenmiş, ölüm de nesneleştirilmiştir. Hayatın tüm canlılığını yitirdiğini, ölü bir hâle geldiğini iddia eden filozof, modern toplumun ne kadar ölümü hayattan kovmaya, ölümü öldürmeye çalışsa da içinde yaşanılan sistemin buram buram ölüm koktuğunu söyler.
“Ölü” ve “ölüm” kavramlarını “mevcut ölü bir düzen” diye isimlendirdiği simülasyon evreni içinde inceleyen Baudrillard, modern toplumlarda ölümün ve ölülerin yavaş yavaş ihraç edildiğini, delilere, suçlulara ve normallere mekânlar tahsis edildiği halde ölülerine ne yapacaklarını bilemedikleri için onlara bir program, zaman ve mekân öngörülemediğini dile getirir. Nitekim Baudrillard’ın belirttiği insanların “ne yapacaklarını bilememe” durumu; Covid 19 sürecinin ilk zamanlarında İtalya gibi ülkelerde ölü yakma fırınları olan krematoryumları yetersiz kalmış olduğu için ölüler, başka şehirler veya ülkelerdeki krematoryumlara taşınmışlardı. 2019 yılında ABD’de “insan gübreleştirme” yasalaştıktan sonra toprağa gömmek ve yakmak yerine “çevre dostu” olduğu söylenilen yeşil cenaze olarak isimlendirilen bu uygulama oldukça çok yaygınlaştırılmıştır.
Ruh-beden dualitesinin materyalist temelde terk edilmesi, arkasından Tanrı’nın ölümüne dair vurgular veya “ölümünün ilan edilmesi” İnsan’ın manasının zayıflamasına yol açmıştır. Batı’da Tanrı’nın ölümünün sorunları doğurduğunu ifade eden ve Nietzsche’nin “Tanrı öldü” deyişini referans alan Baudrillard, simülasyon düzeninde Tanrı’nın konumu üzerine farklı ve orijinal bir söylem geliştirir. “Tanrının ölümü Avrupa’nın üzerine gölgesini düşürmeye başladı bile” diyen Nietzsche’nin bu öngörüsü, Baudrillard’ın Batı dünyasını algılamasını etkilemiştir. Tanrı’nın bile simüle edildiği, dinin imgelere dayalı görsel bir teknolojiye dönüşen ve ikonların ilahi gücün yerini alarak onun gücünün ortadan kaldırıldığı dünya; değerlerin alt üst olmasıyla Tanrı’nın ölümünün metastazlarının yaşandığı bir alan halini alacaktır. Ona göre ölümüyle beraber metastazlarıyla yetinilen Tanrı, simülasyonun anlam dünyasında ölmüştür. Çünkü hakikatin yitirildiği dünyada hakiki olan Tanrı’nın varlığını devam ettirmesi çok mümkün değildir. Tanrı’nın şanına değil ancak ölümüne yakışır bir hâl alan ve teknik açıdan kusursuz bir altın çağ olan- oluşturulmuş- simülasyon dünyasında gerçeklik ya da hakikat alegoriye dönüştürülmüştür. Böylesi bir dünyada Tanrı, kaybolmuş ve varlığının sorusunun üstü bile örtülmüştür. Tanrı’nın ortadan kaybolup gitmesi ile gerçeklikle karşı karşıya kalan modem insan, Tanrı öldükten sonra değerlerin alt üst olduğu dünyanın kaderiyle ilgilenmek ve başka bir dünyada doğrulanması mümkün olmayan Tanrı’nın derhal doğrulanması vazifesini edinmiştir. Gerçeğin alegoriye dönüştürüldüğü teknik açıdan kusursuz dünyada, anlamda ölen Tanrı’nın her yerde olduğunu, bu ölümü gizlemek için dünyada kiliselerin oluşturulduğunu iddia eder. Hiper-modern dünyanın kiliseleri, sosyal medya araçları ve sohbet odalarıdır. Huşu orada arandığı gibi amel de orada gerçekleştirilir olmuştur.
Baudrillard, kendi tanrısallığını ortaya koyma gayesiyle cesedini mumyalatan arkaik insanın yerini -modem tıbbın gelişmesine rağmen- böyle bir şeye gerek duymayan modern insan aldığı bir çağa tanıklık ettiğimizi iddia eder. Günümüz insanı, bir yandan kendisinden önceki selefleri gibi ölümsüzleşme duygusuyla Tanrı’ya meydan okuma göstergesini tamamıyla terk ederken, bir yandan da ömrü uzatma yoluyla veya makineyle birleşme çabasıyla ölümsüzlüğü isteyerek farklı bir meydan okuma biçimi türetmektedir. Ebedi âlem arayışı, öte dünyadan bu dünyaya çekildiği gibi cennete de sonsuzluğa da bu dünyada ulaşılabileceği düşüncesi ortaya çıkmıştır. Ayrıca günümüzde bir yandan “insan gübreleştirme” tesislerine müracaat eden insanlar varken bir yandan da ölümsüzleşmek için makine (yapay zekâ) ile zihnini birleştirmek isteyen aynı insanların yaşadığı bir çağa şahitlik etmekteyiz.
Gerek hayat ile memat arasındaki açığın gittikçe açılması gerekse ölüm yazgısının Tanrı’nın elinden alınıp farklı ellere teslim edilmesi, insanın ölümünü belirleyen gücün el değiştirmesini ve insanın sonunun ne olacağı belirsizliğini doğuracaktır. Hususiyetle bilim ve teknolojinin (yapay zekâ, genetik, biyo-teknoloji, moleküler biyoloji vs.) imkânlarıyla insanın üzerinde dönüşüm, ömründe yazgı değişikliğine gidilmek istenilmesi insanın ölümünün nasıl olacağı konusunda mühim bir belirsizliği meydana getirmektedir. Baudrillard, bu belirsizliği şu cümlelerle ifade ediyor;
Emin olduğumuz tek şey ölüm terazisindeki bize ait kefenin ipini elden kaçırmış olduğumuzdur. Bundan böyle simgesi nükleer güç olan istisnai bir bekleyiş ve askıya alınma sürecinde yaşayacağız. Dehşet saçan bir tanrının nesnel rehineleri olarak ipimizin son kez hangi olay ya da kazadan sonra kimin tarafından çekileceğini bilemiyoruz.
Ölümün iptal edilmesi veya yok edilme teşebbüsünün terörize bir eylem tipi olduğunu söyleyen Baudrillard, ölüm üreten sistemlerin kaza sonucu ölüme son verdikleri bir ortamda yaşadığımızı, bu ortamın son derece dehşet verici bir mantıksal kurguya sahip olduğunu iddia eder. Modernlik sürecinde zihniyle yanıltılan insan, hiper-modern süreçte gözüyle aldatılmak istenmektedir. Bu aldatılma biçimlerinden biri de ölüme dair yanılgılardan oluşan bakıştır. Ölümü aşmak veya onu unutmaya yönelik bakış her defasında ölümle yüzleşecek. Ölümü yok saymayı insanı manasızlaştırma çabası olarak gören Dastur’un ifadesiyle “Onu aşmaya çalışan her teşebbüs çocuksudur.”
Kaynaklar
Baudrillard, Jean. (2021). Simgesel Değiş-Tokuş ve Ölüm, Ankara: Doğu-Batı Yayınları.
Baudrillard, Jean. (2021). Çaresiz Stratejiler, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları.
Baudrillard, Jean. (2011). Simülasyon ve Simülarklar, Ankara: Doğu-Batı Yayınları.
Dağ, Ahmet. (2021). Ölümcül Şiddet & Baurillard’ın Düşüncesi, İstanbul: Ketebe Yayıncılık.