Sunuş (106)

Tarih boyunca insanoğlu ‘inanmayı’ bir ihtiyaç bilmiştir. Bu ihtiyaç kimilerinde ‘manevi tatmin aracı’ mesabesinde kalmış, kimilerinde ise hayatı şekillendiren değerler manzumesi olmuştur. Hemen her inanç, kendi kahramanını ‘hikmet savunucusu’nu ortaya çıkarmakta gecikmemiştir. Çünkü dağıtacağı hikmeti(!) tebaasına anlatmak zorundadır ve varlığının bir hikmete mebni olduğuna inandırmak zorundadır. Kendisine uyanı, tabi olanı sever. Dinlemeyeni asilikle, ayrılıkçılıkla suçlamayı da hüner bilir. Sıranın dışına çıkana da tahammül etmez. İnsanda olduğu gibi fikrin diktatörünü, küçük bir muhalif söz tedirgin etmeye yeter.

İslâm ise kendisini ne ‘manevi bir tatmin’ aracı olarak tanıtır ne de hikmetini bir şahsa endeksler. ‘Hikmet’i dileyene verebileceği gibi, yolunu da öğretir. Diktatörlüğü benimsemediği gibi düsturlarıyla buna aman da vermez. Anlayış, kıvrak zeka, tedebbürü olmazsa olmazı kabul ettiği gibi bir basiret üzere davet eder çünkü o mübin’dir.

Fikrin üstündeki tasallutun her çeşidini reddetmeyi prensip bilir. Çünkü her akl-ı selimin varacağı, bulacağı O’dur. Çünkü O: ‘sözün ve fiilin arkasındaki maksadı’ anlamaya ve bu meyanda ânın diline, bulacağı cevaba kulunu ortak eder; onun sözünü de değerli bilir.

Peki ya âlem-i İslâm denilen topluluğun ekseriyetinin hali nasıl tarif edilmelidir? Söylenen sözün nereye vardığını tartmaktan oldukça uzak hâl nasıl yarını imâr edebilir? Öngörülerini nasıl güçlü kılabilir? Akl-ı Selim ile hisleri birbirinden nasıl ayırabilir? Sözlerin arkasında gizlenen bidatperestlerin nasıl farkına varabilir? Sözüyle küfrüne ve şirkine kılıf giydirip âlem-i İslâm’ı ifsad edeni nasıl tanıyacaktır, sözün maksadını anlayacak donanımdan uzak insan? Beş yüz yıllık, bin yıllık külliyatı bir imkân olarak değil de tartışılamaz hakikat kabul eden bir mukallid nasıl olacaktır da çağını halifesi olacaktır.

Bizim de bu ay işlemeye çalıştığımız konu; aklı donduran, anlayışı körelten, zekâyı içine düştüğü açmazda daha fazla bocalattıran bir konuyu tartışmaya açmak. Vahyi anlama konusunda yaşanan krizde payı olan her ne varsa mercek altına almak… Hanefiliği, Şafiliği bir din gibi elde tutan ve tartışıldığında dini elden gidiyormuş edasıyla tavır koyanların düşünce dünyalarını sarsmak… İnsanı köleleştiren, köleleştirmeye çalışan ceberutlara malzeme kılan söyleme itirazdır söylediklerimiz… Kendimizden başlamak üzere her türlü haksızlığa bir reddiyedir… Tüm bunlara rağmen efsunlu sözlerin arkasında gizli olan maksadı anlamaya çalışmayıp bidatperestlige dönmeyi ‘muhtedilik’ olarak görenlerin fikir dünyalarını, şüpheciliğe düşmeden sorgulamaktır amacımız. Tevhidi dünya görüşünün maksat ve görüş alanını daraltacak her şeye ‘müteyakkız’ olup ufuksuzluk musibetinden kurtulmanın ibadet olduğuna inanıyoruz.

‘İlmihaller Kültürü’nü siz değerli okurlarımız nezdinde, bir başlangıç olarak incelemeye aldık. İlmihal’i kutsal kitap gibi elinde tutup, fikri matlaştıran bir kültürden fikri cilalayan ve keskinleştiren İslâm’ın bakışına ulaşmaya çalışıyoruz. Sizleri de her ay olduğu gibi ortak etmek istiyoruz. Bu konuda bizlere katkısı olan yazarlarımıza teşekkür ediyoruz. Bu konuda yaşanılan sıkıntıları bizce çok yerinde tespitlerle aktaran Metin Mengüşoğlu, Ramazan Altıntaş, İbrahim Sarmış; tarihi süreciyle ilgili bir alt yapı oluşturacak yazısıyla muhtereme Hatice Kelpetin Arpaguş ve Röportaj teklifimizi sıkışık zamanına rağmen kabul eden Said Şimşek hocamıza teşekkür ediyoruz. Burada adını zikretmediğimiz lakin güzel yazılarıyla bizimle olan diğer yazarlarımıza da teşekkür ediyor ve dergimizi siz değerli okurlarımızın tenkidine açıyoruz.