Sunuş (204)

Gözetimsiz bir dünya ne mümkün!

İnsan, küçüklükten itibaren anne babası, kardeşi, konu komşusu tarafından gözlenir, gözetlenir. Mahalledeyseniz mahalle sakinleri giren çıkanı gözler. Köyde muhtar, şehirde bekçi vs… Hatta toplumda sorumluluk sahibi varlıklılar ve herhangi bir konuda imkân sahipleri, ailelerinden başlamak üzere, yakın akraba, eş-dostu da gözler. Zorda kaldığı ve imkânları yetmediği yerde sorumluluklarını kuşanmak için. Buna, gözlemenin, gözetlemenin erdem ve ahlâkla buluşmuş hâli, ideal hâli de denebilir. Ahlâk ve erdemle buluşmayan hâli ‘dedikodu’, ‘koğuculuk’ ve ‘tecessüs’ yani casusluktur. Bunu mazur gördüğümüz, bu hatayı ve günahı hafiflettiğimiz sanılmasın ama bir deyişte de denir ki: (bir yanıyla) “Dedikodu toplumların emniyet sibobudur.’ Dedikodunun iyisi mi olurmuş, tabiî ki olmaz. O, ahlâkî bir hamlık, kültürel bir düşüklüktür. Yapan açısından durum böyleyken; ‘hakkında konuşulana da bazen kendine bakma, çeki düzen verme fırsatı verir. Dikkatinizi çekmiş olmalı, bahsetmiş olduğumuz ‘gözleme/gözetleme’ biçiminde, bir kültürün, bir yerleşim ve konaklama biçiminin hatta bir dinin etkisi söz konusudur. Yanlış ve eksiğiyle birlikte bir dayanışma, güvenlik kurma ve kültürleşme biçimi sağlanır. Çok idealize etmemekle birlikte bu bahisteki gözetleme ‘gözetmek’ içindir.

Gelelim, dergimizin bu sayısında konu edindiğimiz ‘Panoptikon’a. İnsanları her an ve istisnasız her yerde takip eden ‘güvenlik’ sistemine. Evet evet, güvenlik! Zira konunun güvenlik için yapılan bir boyutu söz konusu. Peki, ‘güvensiz’ ortamı sağlayan nedir? İşte buraya işaret etmek istiyoruz, Panoptikon meselesi ‘sistemsel bir sorundur’. Panoptikonu var eden, ortaya çıkaran hasta ve patalojik aklı, sistemi ve travmayı tanımak zorundayız. Bu travma içerisinde Panoptikon olmak zorundadır. Şehirlerde yürürken her gün gözümüze gözümüze bakan, adım adım bizi izleyen kameralar; mahrem-namahrem demeden her şeyimizi takip eden ve casusluk üzerine kurulan iletişim kanalları insan için öyle mi? İnternetteki tüm gezintileri algoritmik yapı ve bir nebze yapay zekâyla pazarlayan akıl, insan için çalışıyor öyle mi? Şimdilerdeyse, bana sormadan benim sağlığımı, kan basıncımı, tansiyonumu, vurulduğum, vurulmam gerekirken vurulmadığım aşılarımı, ateşimi takip etmeye yeltenen haddini bilmez, kibirli, hasta ruh hâli insan için çalışıyor yani!? Benim sağlığım, benim çıkarım ve insanlığın maslahatı uğruna, öyle mi!?

Hayır hayır! Bu bir sistem ama güvenlik sistemi değil ‘rablık (iddiası) sistemi’. Kontrol hastalığı… Data toplama manyaklığı… Frankenstein’ın canavarı gibi, kendini var edip kendisini yalnızlığa iten ve söz vermesine rağmen kendisine bir eş var etmediği için kinlenen canavarın en büyük öfkesi ve kini yine kendisini var eden Frankenstein’a olacaktır.

Kökeni, tembel, uyuşuk, kıskanç, öfkeli ve kindar Yunan tanrı ve tanrıçalarına kadar uzansa da, son üç yüz yılda insanlığın umudu olma iddiasıyla ortaya çıkan pagan Batı aklı ‘İNSANA UMUT OLMA İDDİASINI YİTİRMİŞTİR’. Umarım bu cümlemiz ‘Batı çökmüştür, iflas etmiştir, bitmiştir.’ şeklinde anlaşılmaz. Çünkü dünyayı insanlık için cehenneme çevirme alet edevatlarına sahip görünmektedir. Geri kalanlarsa ‘İNSANLIĞA NASIL VE HANGİ ŞARTLARDA UMUT OLABİLİRİZ?’ diye düşünmekten çok bu zebanice alet edevatları kendi eline geçirememenin hüznü içerisindedir.

Panoptikonla olduğu kadar, Panoptikonu vâreden sistemle de sorunumuz var. Hatta düşmanlığımız…

***

Ru’yet: Gözün görmesi; nazar: Aklın, fikrin gözü; basîret: Anlayan, kavrayan kalbin gözü; şuur: Gözün gördüğünden öte, göremediği mânâyı ve hikmeti sezen göz; İdrak: Parçaları bir araya getirip nihai maksadı, varlık amacını kavrayan göz…

Gözetleyici olarak Allah yeter. Kullarına da nazar, basiret, şuur ve idrak ile bakmayı, görmeyi öğretir. O’nun gözetimindeki insan, yeryüzünü ıslah etmek için teşvik görür, ifsat ettiğinden tövbe ve pişmanlıkla vazgeçsin diye uyarılır, ikaz edilir. Yeryüzünün imar ve ıslahı için görev alması ve yeryüzünün asıl sahibinin emanetine göz kulak olması hatırlatılır. ‘Rabbimiz, sen kainatı boşuna yaratmadın!’ diyen insana dönüşür, keşf ve şükür ile dolu olan insan, kendisine sunulan kudretle birlikte acziyetini itiraf eder ve boyun eğer. Çünkü es-Selâm yurduna geçmenin yolu; dünyayı saadet yurduna çevirmektedir.