TANRIYI SEVMEK KADAR GÜZEL YAŞAMAK

Nida Dergisi, 87. Sayı / Temmuz – Ağustos / 2004

Gerçek anlamda insan olmak ve insan olarak var olmaktan kıvanç duymakla örtüşen, başkasına değer vermesini bilmek ve onlarla birlikte olmaktan mutluluk duymakla hazzına erişen sevgi, herkesi kuşatan adaleti özlemek ve onu içselleştirmek ten kaynaklanan doğal şeylere nereye meyletmek, bütün yapma ayrımları hayatından çıkarmayı gönülden Arzu etmek gibi losyonları içeren bir bilinç halidir. Sevgi ile insan, hiç kimsenin kabul edilemeyeceği mekanlara destursuz girme şansına erişir. Kimsenin çıkamayacağı makamlara vasıtasız çıkar. Çünkü insan sevgi sayesinde kısmen zorlaşır, Bir nevi buharlaşır, katı ve kaba renklerden ve kokulardan arınmış bir özelliği bulaşır. Hiçbir mescitte kimsenin yerini tutmayı onun makamında olmayı aklına getirmez her yerde onun barınabileceği, sığınabileceği bir yer vardır. İçi sevgi ile mamur olan, dolu bir kapta bile suyu taşı taşırmayan bir gül yaprağı gibidir. Onun için yer sorunu yoktur. İçinde sevgi olana, her yerde her zaman yer vardı.

Hayatın mihenk taşı sevgidir: İnsanın sonsuz devleti, tükenmez serveti, hayatının cenneti sevgidir. Sevgi sayesinde insan, evrenin yaratılış hikmetini daha rahat idrak edebilir. Kendi varlığını daha derinden kavrayabilir. Kainat birbirine bağlayan sarsılmaz bağ/cazibe sevgidir. Elbet evrende bir de itme/nefret vardır. Nizam bununla ayaktadır. Ama bu itme/nefret, sırf cazibe’nin/sevginin değeri anlaşılsın diye konmuş değil midir?

Modern hayatta sevgi dışlanmıştır. Sevenleri horlamak, bir ahlak halini almıştır. Onun için modern hayatın merkezinde, onun beslendiği kaynaklarda, hayat tarzlarında sevgiye yer verilmez. Hiçbir basın yayın organı ya da medya mensubu, gerçek bir sevgi olayını dikkatte almaz, insanlara sevgiyi anlatan bir olayı kimse haber yapmayı düşünmez.  Modern hayat ortamında yetişen ve onun çevresi tarafından eğitilen bir insan, bu nedenle, sevgiyi anlatan bir kişiyi dinlemez. İnsanlığa sevgiden söz eden, onun değerini anlatan bir duyguyu fark etme/hissetme gibi bir hususiyeti olamaz. Kim böyle bir dünyada sevgiyi anlatan bir yazı yazmayın makul karşılar? Hangi akıllı adam böyle bir yazı yazılsa dahi, bu hengâmede onu okuma zahmetine katlanmayı göze alır?

Sevgi, insanı zayıflatır; iradesini ve düşüncelerini dumura uğratır, diye düşünmek genelde yadırganmaz. Ama bunun gerçekle birebir bir ilgisi yoktur. Zira sevgi, insanı gerçek anlamda insan eder. Onun ufkunu açar. Ruhunun derinliğine ermesini sağlar. Darlık ve sığlıktan kurtarır kurtarır, Gönül dünyasını dinamikleştirir. Vicdanını engin bir düzeyde işlemeye sevk eder. İnsan ya sevgi ile gelişir ya da sevgisizlikten gerilemeye mahkum olur. Çünkü insan ruhu da doğanın bir parçasıdır. O da doğa gibi boşluk kabul etmez. Onun içindir ki, içini sevgi ile donatmayan insan, kalbinin nefretle dolmasından kurtulamaz. Bu ise, insanın eninde sonunda insanlıktan uzaklaşmasına yol açacaktır. Zira insan nefret etmeden başkasına herhangi bir kötülük yapamaz: haksızlık etmek, mahrum bırakmak, mağdur etmek ancak nefretle mümkündür. Nefret etmeden birini ölüme terk etmek ya da öldürmek imkânsızdır. Halbuki birinden nefret etmek, kişiyi, öncelikle kendinden nefret etmek zorunda bırakır. Gönlünde nefreti barındıran insan, en çok kendine zarar verir. Kalbinden sevgiyi çıkarıp atmadan nefrete ulaşmak yada onu kalbinde yaşatmaktan söz edilemez. Sevgiye sırtını dönüp en aziz varlığını/kalbini nefrete teslim eden, er geç bunun bedelini ağır biçimde ödeyecektir.

Modern hayat insana nefreti öğretmiştir. Nefreti kanıksamasını, nefretle yatıp kalkmasını sağlamıştır. Onun için insanlar, çok rahat biçimde birbirinden nefret etmektedir. Artık nefretle yaşamak, nefretle çalışmak, nefretle kavgalara girmek sıradanlaşmış tır. Gücü olan, fırsatını bulan, nefretle, insanı katletmek ve yok etmekten çekinmez hale gelmiştir. Bunca yoğun biçimde yaşanan nefretin asıl kaynağı, üstünlük duygusudur: Üstün olma arzusudur. Bütün bir hayatı üstün olmaya adamak, sırf üstün olmak için yarışmak ve yine sadece üstün olmak için başkasının ağlamasını veya aşağıda kalmasını garanti etmek için çalışmak, bu duygunun gözler önüne serilmiş şekilleridir. Modern hayatın getirdiği üstüncül değer ise, paradır. Hayatın içinden sevgiyi çekip çıkaran, onun yerine parayı koymaktadır. Bundan böyle insanlar para için yaşayacaktır. Öğretiminde eğitiminde amacı artık paradan başkası değildir. Tüm çalışmalar, meslekler bundan sonra para içindir. Paraya kavuşabilmek, onu şeb-i arûsuna göre sona ermek ve onunla mutlu müreffeh bir hayat yaşamak için göze alınmayacak tehlike yoktur. Ayakaltına alınmayacak değer, aldatılmayacak dost, savaşılmayacak kimse düşünülemez. Her şeyin ölçüsü odur. Yakınlığın da, uzaklığın da. Beraberliğin de ayrılığın da şaşmaz kriteri sadece paradır.

Böylece hayatın tamamını kuşatan sadece nefret, Üstün olma ve parayı ele geçirme arzuları olmaktadır. Bütün değerleri bu teslisten ibaret olan insanın hayatı ister istemez, açık/kamufle edilmiş gasp, gizli/açık soygun, fesat karıştırılmış ticaret, üretim, borsa ve herhalde sürekli olan kavga ve savaşlarla doludizgin sürüp gidecektir.

Peki, sevgiyi kaybettikten ve nefrete yenik düştükten sonra hayatın bir anlamı kalır mı? Daha üstün olmak ve daha çok paraya sahip olmak (aslında kendini paraya kaptırmak, kendini parada yitirmek, fena fi’d-Dolar olmak demek daha uygun olurdu) bu kaybımızı karşılayabilir mi? Elimizin altında mı, bizim sırtımız da mı oldukları pek o kadar rahat söylenemeyecek olan pek çok ev, araba, arazi, fabrika, iş hanı… Karunları imrendirecek çapta büyük servetler, sevgi yitirmekten kaynaklanan hayat boşluğumuz doldurabilir mi? Bence sevgiyi kaybeden, her şeyini kaybetmiş sayılır. Sevgisi olmayanın herhangi bir şeyim var demeye hakkı yoktur. Çünkü o gerçek anlamda bir müflistir.

Sevgi,hayatın mayasıdır.

En güzel, en anlamlı sevgi, Sevgili’ye duyduğumuz sevgidir.

Bu noktaya dikkatimizi çeken Tolstoy’a şükran borçluyuz; onu saygıyla anıyoruz:

Yaşamak, tanrıyı sevmektir.

Bunları da sevebilirsiniz