191. Sayı Kitap Seçkisi

ASYA’NIN BATIYA İSYANI – PANKAJ MİSHRA – ALFA YAYINLARI
ASYA’NIN BATIYA İSYANI – PANKAJ MİSHRA – ALFA YAYINLARI

“1905’de Japon filosu, Uzakdoğu’ya ulaşmak için dünyanın yarısını dolanıp gelen Rus donanmasının büyük bölümünü imha etti. Ortaçağ’dan beri ilk kez Avrupalı olmayan bir ülke, büyük bir savaşta bir Avrupa gücünü yenmişti. 1905’in sonunda Çinli komutan Sun gemiyle Çin’e dönerken, Süveyş Kanalı’nda onu Japon sana Arap liman işçileri tarafından selamlandı. Japonya’nın başarısının içerimleriyle ilgili heyecanlı yorumlar Türk, Mısır, Vietnam, İran ve Çin gazetelerini doldurdu. Hindistan köylerinde yeni doğan bebeklere Japon amirallerin adları verildi. Dünyanın bağımlı halkları, Japonya’nın zaferinin daha derin içerimlerini –moral ve psikolojik- şevkle özümsedi. Ve hepsi Japonya’nın zaferinden aynı dersi çıkardı: Beyaz adamlar, dünyanın fatihleri, artık yenilmez değildi Japonya, Asya ülkelerinin kendi modern uygarlık yollarlını bulabileceklerini göstermişti. Ülkeleri üzerinde ve zihinlerinde yüzlerce fantezi –ulusal özgürlük, ırksal asalet ya da basit intikamcılık- tomurcuklandı.”

Foreign Policy dergisinin ‘en önemli 100 küresel düşünür’ listesinde yer alan ve The Economist tarafından‘Edward Said’in halefi’ olarak tanımlanan Hintli edebiyatçı ve düşünür Mishra, Asya’nın modernlik ve antiemperyalizm karşısında ki büyük ve trajik mücadelesini büyük bir serinkanlılık ile etkileyici bir şekilde aktarıyor. Kitabın ilgi çekici yanlarından biri de Cemaleddin Afgani’nin on dokuzuncu yüzyılın diğer iki büyük siyasal ve felsefi sürgünü, Karl Marx ve Alexander Herzen’den bile daha tesirli bir etki yaptığını savunmasıdır. Yazara göre Müslüman ülkelerde İslamcılar, pan-Arapçılar, pan-İslamcılar ve solcu laikçiler için Afgani çığır açıcı antiemperyalist bir lider ve düşünürdür. Afgani’den günümüze kadar Asya’daki antiemperyalist mücadelenin kısa tarihi halinde ki kitap şu iddia ile bitiyor; sonsuz büyüme hırsı içinde Avrupalı ve Amerikalıların yaşam biçimini arzulayan Çin ve Hindistan el-Kaide’nin hayali kadar saçma ve tehlikeli bir hayalin peşindedir.

DÎVÂN - MELÂYÊ CİZÎRÎ
DÎVÂN - MELÂYÊ CİZÎRÎ – KÜRTÇEDEN ÇEVİREN: İLHAMİ SİDAR – AYRINTI

“Adın yazılmış senin öteden kıdem divanına Kalem en güzel hatlarla can vermiş adına İlmin her noktasında bir dairedir bu hatlar şekiller Yokluk ve hayal âleminden akseder bu nakışlar suretler Birlik güneşine ayna kıldı Muhammed adını Aceme gösterdi Arap diyarından parlayan ışığını Aşina olsun diye tanıklar adının her türlü makamına Kimini müptela kıldı puta, kimini tabi kıldı zatına Kimini zülfüne bağladı, benine müptela kıldı kimini Aynayı İskender’e camı Ceme verdi sevgili Kutsal ruhlar seni ister kadir gecelerinde Işığındır parlayan harem kandillerinde Sende erimek, yok olmak için o sonsuz vuslat anında Kalbimi ve ruhumu nakit verdim sana fena makamında”

Hâfız-ı Şirâzî, Ömer Hayyam, Fuzûlî ve Nedîm gibi şairlerden etkilenmiş ve Feqîyê Teyran, Mele Xelîl, Pertew Begê Hekarî, Ahmedê Xasî, Ahmed-i Hani, Cigerxwîn ve Melayê Batê gibi kürt şairlerin önünü açan Molla Ahmed-i Cezirî’nin Divan’ı büyük bir titizlik ve emek ile yeniden tercüme edildi. Kürt edebiyatının öncü eserlerinden ve müretteb olan tek eserin sahibi Melâ, varlığın dört temel unsuruna beşinci öğe olarak aşkı ekleyen şair olarak biliniyor. Sufi edebiyatın en saf şiir örneklerini veren Melâ, şiirlerini Kürtçe yazarak Farsçanın mevcut tahakkümünü sarsmıştır. Hemen hemen bütün şiirleri metafizik ve ruhsal bir derinlik içeren şair, salt klasik şiir çerçevesinde kalmamış, sadece geleneğin getirdiği klişelere, mazmunlara yaslanmakla yetinmeyip metaforlara, alegorilere dayalı karmaşık ve çarpıcı bir düşünsel arka plan kurmayı ustalıkla başarmıştır

.

 

s clal
SAKALLI CELAL - ORHAN KARAVELİ – KIRMIZI KEDİ YAYINEVİ

“Yıllar sonra bir gün Kadıköy vapurunda rastlamıştım. ‘Sizi hala huzura kavuşmuş göremiyorum. Siz ne istiyorsanız, ne düşünüyorsanız, hatta şimdiye kadar düşünmediklerinizin hepsini Mustafa Kemal Paşa yaptı. Neden hala memnun değilsiniz?’ diye sordum. Bana, ‘Sen hiç tiyatroya gitmedin mi? Perde açılır, karyolaya uzanmış bir hasta görürsün, başında ilaç veren bir de hemşire vardır. Biraz sonra doktor içeri girer, nabız yoklar, reçete yazar… Aslında ortada ne hasta, ne hemşire ne de doktor vardır. Bunların hepsi bilirsin ki rolden icabettir. İşte bizim cumhuriyetimiz de ‘Yaşasın Cumhuriyet’ rolünden ibarettir.’ Diye karşılık verdi! Hasılı bazılarına göre sosyal demokrat bir adamdı. Kendisi için komünist diyenler de vardı. İhtimal ondan dolayı rejim düşmanı idi ki böyle söylüyordu…”

‘Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer de ilgisizdir.’, ‘Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur.’ Gibi ve daha birçok taşı gediğine koyan cinsten özdeyişin söyleyeni olarak tanıdığımız, kimileri için Cumhuriyet döneminin ilk ve tek filozofudur Sakallı Celal. Her şeyiyle kendine has, dâhil olduğu kabul edilen cumhuriyetçi/laik/batıcı cenaha bile çok benzemeyen ve yeri geldiğinde onları da sertçe eleştiren biridir. Yazara göre, kendine münhasır kişiliğine has öne çıkmayı sevmeyen ve herhangi bir yazılı eser bırakmayan biri olarak bile yaşadığı fikir yönünde verimsiz olan döneme derin izler bırakmış birisi. Sakallı Celal hakkında çok sınırlı ve az olan verileri toparlayıp kitap haline getiren araştırmacı yazar Orhan Karaveli tanınması gereken bir karakteri bizlerin ilgisine sunarak önemli bir eksiği gideriyor bizce. Fakat kitapta Sakallı Celal kadar ilgi çeken bir husus daha var; başkahramana zoraki Atatürk’ü sevdirme misyonu. İdeolojik bir amaca hizmet etmesi için yazıldığı hissini veren kitap; ne yazık ki toplumun yukarıdan aşağıya büyük bir dönüşüm geçirdiği bir dönemde yaşayan, hikmetli sözleri ve tespitleri ile dikkate değer olan Sakallı Celal’e olan ilgimizi arttırma misyonundan uzak duruyor.

BAŞKALARININ ACISINA BAKMAK - SUSAN SONTAG – AGORA KİTAPLIĞI
BAŞKALARININ ACISINA BAKMAK - SUSAN SONTAG – AGORA KİTAPLIĞI

“Bu fotoğraflar, yetişkinlere ve çocuklara ait paramparça bedenleri göstermektedir. Bu fotoğraflar, savaşın, insanın kendi kurduğu dünyayı nasıl boşalttığını, yıkıp darma duman ettiğini, koparıp ayırdığını ve düzlediğini göstermektedir. Woolf’ da, resimlerden birindeki bir evi görünce, “Bir bomba binayı göçerterek onu harabeye çevirmişti,” demiştir. Elbette bir kent alanı etten kemikten yapılmaz. Hatta eğilip bükülmüş binalar, neredeyse sokaklarda yatan bedenler kadar dikkat çelicidir. (Kâbil, Saraybosna, Doğu Mostar, Grozni, 11 Eylül 2001’den sonra aşağı Manhattan’ın çevresi, Cenin’deki mülteci kampı…) Bakın, savaşın neye benzediğini fotoğrafların kendileri söylüyor. Bu tablo, savaşın yaptığı şeyin manzarasıdır. Ve şu, şu da savaşın yol açtığı manzaradır. Savaş yırtar, savaş parçalar. Savaş iç deşer, savaş bağırsakları söküp boşaltır. Savaş teni yakıp kavurur. Savaş organları bedenden koparır. Savaş yıkıp yok eder.”

Amerikalı edebiyatçı, kuramcı, yazar ve insan hakları savunucusu Susan Sontag’ın Frankfurt Barış ödüllü son eseri yaşadığımız yüzyılın trajedilerinden biri hakkında elzem tespitlerle dolu. Sontag’a göre Savaş ve ölüm ile fotoğrafın ilişkisi düşünülenden çok daha stratejik ve iç içedir. Araba kazası, dağılmış iç organlar, kopmuş uzuvlar ya da yıkılmış binalar da çıplak bir beden kadar pornografiktir ve insan her ne kadar olumsuz etkilense de bu doğrudanlıktan hoşlanmaktadır. Birçok insan için, ıstırap verici bir şey görmek kendi içinde bir çekicilik barındırır. Yazara göre fesatlık tutkusu, zulmetme tutkusu, insanoğluna sempati duygusu kadar doğal gelmektedir. Çoğu zaman savaş fotoğrafları savaşın kaderini belirlemede etkin rol oynadığı gibi savaş sonrası için hafızada ettiği yer ile savaşın amacının bile önüne geçer. Savaşın geçtiği yer ne kadar uzak ya da egzotik olursa, ölüleri ve ölmekte olan kişileri tam cepheden gösteren resimlere sahip olma ihtimalimiz de o ölçüde artmaktadır.

Bunları da sevebilirsiniz