7 Ekim 2023, ileride Ortadoğu tarihi yazılırken bir dönüm noktası olarak kayıtlara geçecek kritik bir tarih. O gün sadece kurulmakta olan yeni bölgesel düzen ve İsrail’in en aşırı sağ hükümetinin Filistin’e dair planları bozulmadı. Akabinde yaşanan savaş ve soykırım, bir yüzyıllık Filistin-İsrail çatışması tarihine ve Siyonist devletin dış destekle (Protestan aklı ve gücüyle) kurulup ayakta kaldığına ışık tuttuğu gibi, İsrail’in yenilmezlik imajını ve propaganda tekelini de yıktı. Dahası, Gazzelilerin yaşadıkları soykırım karşısındaki duruşları dünyayı şoka uğrattı. Gazze, ezberlerimizi bozan, bilgilerimizi ve hayatlarımızı sorgulatan, bütün dünyaya türlü türlü dersler veren bir okul oldu.
Filistinli bırakın büyükleri, çocukların bile İsrail saldırıları karşısında dik duruşu ve özgüveni, buna mukabil takdir-i ilahiye teslimiyeti ve adanmışlığı, direniş azmi ve ölümle kurdukları ilişki biçimi yaşananları takip eden dünya halklarını şaşkına çevirdi. Dünyanın dört bir yanında gayrimüslimleri İslam’ı araştırmaya ve materyalist hayat tarzlarını sorgulamaya sevk ederken, bizlere de müminliğin belli ibadetleri, emirleri ve nehiyleri ifadan ibaret olmadığını, İslam’ın bambaşka bir anlam dünyası, değerler sistemi ve hayat felsefesi ürettiğini, bunu unutup küreselleşmenin ve tüketim kültürünün cazibesine kapıldığımızdan İslam algımızın özden kopuk şekilcilikten ibaret kaldığını hatırlattı, hatta imanımızı sorgulattı. İslam’ın ayetler ve hadislerle üretmeyi hedeflediği insan modeli, abluka altında dünyadan tecrit edilen Gazze’de karşımıza çıkıverdi. Başka türlü bir hayatın mümkün, hatta daha anlamlı olabileceğini düşündürdü. Gazze örneği, İslam’ın 21. yüzyılda da yaşanabileceğini gösterdi. Hakiki imanın ve Allah’a teslimiyetin ne demek olduğunu, bütün ailesini yitiren Gazze’nin yetim ve öksüz çocukları da, yavrularını metanetle toprağa gömen ebeveynler de dünyaya öğretti; tıpkı Peygamber Efendimizin de bir yetim ve öksüz olması ve bütün oğullarını minicikken toprağa vermesi gibi… Ölümün korkulacak bir yok oluş değil, eğer imanlı ve anlamlı bir hayat yaşandıysa diriliş olduğunu hissettirdi. Gazzeliler şehadet mertebesine erip canlarından olurken dünyanın dört bir yanında ölü toprağı serpilmiş insanlara hayat tarzlarını ve felsefelerini sorgulatarak ve hal diliyle İslam’ın özüne dönüş çağrısı yaparak onlara can verdiler.
Adeta bir hapishane hayatına doğan ve defalarca yıkıcı savaşlar yaşayan Gazzeli çocukların olgunlukları ve felaketler karşısındaki sabırlı duruşları, hem çocuğa bakışımızda hem de çocuk yetiştirmedeki yanlışlarımızı gösterdi. Elini suya sabuna dokundurtmadan, tüm ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılayarak, hayatın zorluklarıyla ve tehlikeleriyle yüzleştirmeden, hiçbir sorumluluk yüklemeden çocuk büyütmek ve bununla övünmek, dünyadaki varlık gayemiz olan imtihan olgusundan habersizliğimizin en açık göstergesi. Sıkıntı çekmeden büyüyenler mücadeleyi, sabrı ve tevekkülü öğrenemezler. Bir dava eri olamazlar. Çünkü rahatlık insanoğlunu çürüten en baş düşmandır. Meydan okumalar ve imtihanlar ise bünyeyi güçlendirir; bireyleri, toplumları ve medeniyetleri üretken kılar. Tam da bu yüzden İsrail’in karadan, havadan ve denizden kuşatıp bir açık hava hapishanesine dönüştürdüğü ve her türlü mal girişini kontrolünde tuttuğu Gazze’nin halkı icatçıdır, her zorluğun bir kolaylığını mutlaka bulur. İsrail’in 17 yıldır uyguladığı abluka ve ambargo Gazzelilerin hayat kalitesini iyice düşürse de onlar yaşayabilmek ve geçinebilmek için alternatif yollar ve araçlar üretiyor. Keza kısıtlı imkânlara rağmen işgalciye direnebilmek için kendi silah sistemlerini ve mücadele yöntemlerini geliştiriyor. Bugün tam da o icatçılıkları sayesinde, -İsrail’in her türlü mal girişini engellemesine, elektrik ve suyu kesmesine rağmen- üç aydır hayattalar ve direnişi sürdürüyorlar. İsrail ordusunun bir türlü etkisizleştiremediği mühendislik harikası tüneller ağından çıkan direnişçiler işgalci askerlerin kâbusu oluyor. Kısaca Gazze öğretmeni diyor ki mahrumiyetler, zorluklar ve imtihanlar zannettiğiniz kadar kötü değildir. Kötü olsaydı Allah bu dünyadaki en çetin imtihanları kendi seçtiği peygamberlerine ve salih kullarına yaşatmazdı. Önemli olan zorlukları ve imtihanları aşabilecek becerilerle çocukları donatmak.
Gazze demokrasi, insan hakları, hürriyet ve adalet dersi veren Batı yönetimlerinin ikiyüzlülüğünü bir kez daha ifşa etti. Hür ve insanca yaşamak ve adalet için Batı’ya koşanlarımıza, Batılı değerlere sadece beyaz Batılıların ve kendilerine tam anlamıyla boyun eğen Doğuluların layık görüldüğünü gösterdi. Yine rejimler ile halklar arasındaki farklılıkları, halkların da kendi içindeki çeşitliliği gözler önüne serdi. Kimin vicdan sahibi, kimin çıkarcı olduğunu ortaya dökerek safları berraklaştırdı. Dünya sokakları vicdanlılığın, insaniliğin ve ahlakiliğin belli bir dine, ırka veya millete mahsus olmadığına ve yine hiçbir kesimin Filistin davasını tekeline alamayacağına ayna tuttu. ABD’de ellerinde Free Palestine pankartlarıyla yürüyen, Kongre binasını basıp “Bu savaş bizim savaşımız değil” diyerek acil ateşkes isteyen Amerikan Yahudilerinin varlığı, hiçbir milleti ve halkı tek bir bütün saymamak gerektiğini öğretti. Her Yahudi’nin Siyonist olmadığını, her Siyonistin de Yahudi olmadığını, önemli bir Hristiyan ve Müslüman Siyonist kitlenin bulunduğunu ve İsrail’in tam da bu kesimlerden güç aldığını ortaya döktü.
Bunca yıldır Afganistan’dan Irak’a, Suriye’den Yemen’e İslam coğrafyasında kan akarken ve İslam beldeleri yerle bir olurken umursamayan bizleri Gazzeliler gaflet uykusundan uyandırıp harekete geçirdi. Bugün Gazze’deki soykırıma sessiz kalan, hatta alenen destek veren Batılı rejimleri ikiyüzlülükle suçlayan bizler, geçtiğimiz yıllarda kapı komşumuz Suriye ve Irak’ta benzer ablukalar ve bombardımanlar altında milyonla sivil can verirken acaba neredeydik? Gazzelilerin yaşadıklarının bir benzerini yıllarca -işgalci dış düşman değil- bizzat kendi rejimi ve ordusu eliyle yaşayan Suriyeliler aleyhine neler dedik? Suriye’de yaşayan yüz binlerce Filistinlinin de evlerinden olduğunu, içeride daha güvenli yerlere veya Türkiye ve Avrupa’ya sığındığını, binlercesinin Esed rejiminin ve Rusların bombardımanında ve İran destekli milislerin saldırılarında hayatını kaybettiğini, mülteci kamplarının birçoğunun kısmen veya tamamen yerle bir olduğunu, başkent Şam’ın güneydoğusundaki Yermük Kampı’nda rejim ablukasının ve açlığın boyutu karşında kedi-köpek yenebilir fetvaları verildiğini hiç duyduk mu? Onların yaşadığı zulüm ve ölüm, hem içeriden sürekli haber veren güvenilir haber kaynaklarının yetersizliği hem de Suriye gündemimizi esir alan PKK-PYD kontrolündeki alanlara uzaklığı yüzünden Gazzeliler kadar dikkatimizi çekmedi. Gazze öğretmeni diyor ki zalime ve zulme karşı duruşta dürüst ve ilkeli olun, ikiyüzlü Batılılar gibi çıkarlarınıza göre seçmece davranmayın. Yoksa Gazze’de ölen Filistinli için ağıtlar yakarken Suriye’de ölen Filistinlileri umursamaz, savaştan kurtulup ülkemize gelenlere bunların burada ne işi var dersiniz…
İsrail hükümetleri 2000’li yıllardan itibaren istikrarlı bir şekilde aşırı sağa kayıyor. Bugün tarihinin en aşırı sağ hükümeti iktidarda; öyle ki iktidarın ortağı dinî Siyonist partiler 1990’larda ABD ve İsrail tarafından terör örgütü sayılan Yahudi hareketin siyasi uzantıları. Destekçileri sokaklarda yıllardır “Araplara ölüm!” sloganlarıyla geziyor. Gazze öğretmeni, dünyadaki aşırı sağcı hareketlerin ve partilerin İslam karşıtlığı bağlamında İsrail’le ortaklıklarını gözler önüne serdi. Keza ülkemizde ve dünyada görünüşte mülteci düşmanlarının gerçekte İsrail muhibbi birer İslam düşmanı olduğunu da ifşa etti. Yıllardır Türklüğü koruma kisvesi altında milli değerleri istismar eden ve Suriye/Arap düşmanlığını körükleyen kesimlerin 7 Ekim’den itibaren nasıl da gözü kara birer İsrail savunucusuna dönüştüklerini, hatta bazı parti mensuplarının Gazzelilerle savaşmak için İsrail ordusuna katıldıklarını veya boykot listesindeki küresel markaların tüketimine devam edilmesi için propaganda yürüttüklerini gördük. Türkiye’nin Ortadoğu’da attığı kritik adımları dışarıdan engelleyemeyen güçlerin içeriden bu piyonları kullanarak baltalamaya çalıştıkları bugün artık gün gibi ortada.
Üzücü olan, ABD ve Avrupa üniversitelerinde gençliğin azımsanmayacak bir kısmı Gazzeliler için mücadele yürütürken ve İsrail’e karşı boykota katılırken, kendi ülkemizde sosyal medya fenomenleri üzerinden yayılan “Araplar bizi arkadan vurdu”, “Filistinliler topraklarını sattı”, “Filistinliler Kıbrıs’ı tanıdı mı?” gibi kolayca çürütülebilecek iddiaların gençlerimizi cezbetmesi veya en hafifinden zihinlerini bulandırması. İsrail’le iltisaklı kesimlerin gençlerimizin vicdanlarını köreltecek kadar ifsat edebilmesinin asıl sorumlusu, bilgi üretme ve yaymanın önemini hafife alan bizleriz. Geçtiğimiz yıllarda mülteci düşmanı çevreler alabildiğine yalan haberler yayarken ve nice mazlumun hayatını karartırken sessiz kalmamızın bedelini şimdi ödüyoruz. Gençlerin artık bilgi kaynaklarını sorgulama, büyüklerin de doğru bilgiyi üretip gençlerin ilgisini çekecek şekilde onlara sunamamalarının nedenleri üzerinde düşünme vakti geldi de geçiyor. Zira Hucurat suresi 6. ayetteki “Ey iman edenler! Size bir fâsık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.” emrine uymak Müslümanlığın bir gereği.
Ülkemizde geçmişten bugüne Türkçüler Türk dünyasını, İslamcılar İslam dünyasını, Batıcılar Batı’yı, komünistler Sovyet tecrübesini bütün boyutlarıyla bilmeden sloganik ve sahadaki gerçeklerden kopuk söylemler üretti. Filistin’i dert edinip bu “bilinç”le yetişenler de bir istisna değil. 7 Ekim akabinde İsrail muhibbi çevrelerin işlettiği yalan-yanlış propaganda çarkları karşısında düştüğümüz acziyet, bilgi sahibi olmadan bilinç sahibi olunamayacağını net bir şekilde gösterdi. Nasıl ki ensar-muhacir edebiyatı mülteci meselesini anlatmakta son derece yetersiz kaldıysa Kudüs ve Mescid-i Aksa davası söylemi de Gazze’yi savunmak için yetersiz. Nitekim bu davayı savunanların bile 7 Ekim Aksa Tufanı yaşandığında zihinleri allak bullak oluverdi. İyi niyetliler “Neden durup dururken bunlar yaşandı? Acaba Hamas İsrail’in oyununa mı geldi?” diye düşünürken, kötü niyetliler “Hamas zaten İsrail’in bir piyonu, onun kurduğu oyunu oynadı. Bize ne? Kendileri etti, kendileri buldu” moduna girdiler. Nasıl ki İslam’ın ilk emri “Oku” ise, bir davayı sahiplenebilmenin de ilk şartı okuyup öğrenmek ve slogan değil bilgi üretmektir. Gazze öğretmeni bize artık tembel öğrenciler olmayı bırakın, dostunuzu ve düşmanınızı doğru düzgün tanıyın, bilgi temeliniz sağlam olsun ki fâsıkların ve cahillerin tuzaklarına düşmeyin diyor.
Zihinlerin allak bullak olmasının diğer nedeni, son yıllarda dünyada ve ülkemizde yaşanan her şeyi kadir-i mutlak üst akıllara bağlama kolaycılığımızdı. Sahanın gerçeklerini bilmeye hiç gerek yoktu; petrol-doğalgaz-ABD-İsrail-BOP dediniz mi en büyük uzman oluveriyordunuz! Zaten Ortadoğu’da hiçbir aktör ve hiçbir halk kendi kaderini çizecek bir akla ve güce sahip olamazdı. Kur’an-ı Kerim’de sıkça geçen Allah’ın tarihin, toplumun ve kâinatın akışına müdahalesi anlamına gelen sünnetullah kavramı da neydi? Uluslararası ilişkilerde Allah’ın ne gibi bir rolü olabilirdi? Kısaca Allah’ın dünyanın gidişatıyla bağlarını kopartıp O’nun esmasını ve sıfatlarını tanrılaştırdığımız üst akıllara yakıştırarak yıllardır imani-akidevi bir çıkmaza düştüğümüzün ve kendi kendimizi akılsızlaştırdığımızın ve acizleştirdiğimizin farkında bile değildik. İşte Gazze öğretmeni, hem İsrail’in zannettiğimiz gibi es-Semi (her şeyi duyan), el-Basir (her şeyi gören), el-Alim (her şeyi bilen) vs. olmadığını hem de Allah’ın -ayetlerde buyurduğu gibi- tuzak kuranların en hayırlısı olduğunu gösterdi. Güçlü bir ordusu ve istihbaratı olmasına rağmen kibir ve gaflet tuzağına düşen İsrail’in de bir yığın hatalar yapabildiğini gözler önüne serdi. Keza izzet sahibi Gazzelilerin, birkaç yıldır Filistinliler yok sayılarak kurulmakta olan yeni bölgesel düzeni sabote edip kendi kaderleriyle ilgili inisiyatif alabileceğini göstererek de ezberlerimizi bozdu. Gazze bize diyor ki Ortadoğu’ya yaklaşımınızdaki temel problemlerle artık yüzleşin.
17 yıldır dünyadan tecrit edilen, en küçük şehrimiz Yalova’nın yarısı kadar yüzölçümüne sahip Gazze, İsrail’in yenilmezlik mitini yıktı ve zaaflarını bir bir ortaya döktü. Mayıs 2021’de 11 gün süren savaş ateşkesle sona ererken ertesi günü bir sonraki mücadele için hazırlıklara başlayan Filistin direnişi, tam da İsrail’in o zaaf noktalarını maharetle kullanarak 7 Ekim’i İsrailliler için kalıcı bir şoka ve travmaya dönüştürdü. Şu an biz sadece Gazze’deki fiilî savaşa, yıkıma ve insanlık dramına odaklansak da direniş, yürüttüğü psikolojik savaşla o zaafları İsrail toplumunu ve yönetimini kalıcı olarak birbirine düşürecek ve toparlanmasını iyice zorlaştıracak şekilde başarıyla kullanıyor. Tarih boyunca güçlü devletlerin çoğu gibi İsrail’in de ancak içeriden bir darbeyle yıkılacağının bilinciyle İsrail siyaseti ve toplumundaki mevcut fay hatlarını iyice derinleştiriyor. Dahası, İsraillilerin on yıllardır özenle inşa ettiği imajı, İsrail ordusunun ve yönetiminin yalanlarını bir bir ifşa ederek ve maskelerini düşürerek yıkıyor, uluslararası alanda yalnızlaştırıyor. Nitekim şu sıralar İsrail’in en büyük dertlerinden biri, uluslararası alanda yitirdiği inandırıcılığını ve propaganda tekelini nasıl yeniden tesis edeceği. Bu haliyle zihinlerimizden geçen “Hamas Gazze’nin ve Gazzelilerin başına gelecekleri öngöremedi de mi 7 Ekim’i yaptı?” sorusunun anlamsızlığını ortaya koyuyor.
Biz Gazze’nin savaş öncesi gerçeklerinden habersiz, sıcak evlerimizden “Ama Hamas da saldırmasaydı bu kadar masum yavrucak ölmez ve Gazze yıkılmazdı!” diye sayıklarken o masum yavrucaklarını toprağa gömen, evleri başlarına yıkılan annelerin ve babaların direniş aleyhine tek bir kelam etmemesi ve bir kısmının alenen direnişe desteğini ilan etmesi hiç dikkatinizi çekti mi? Gazze, bombardıman altında sahip olduğu her şeyi yitirmesine, sakatlanmasına, kışın soğuğunda aç açıkta kalmasına ve hastalanmasına rağmen Rabbine hamd edebilen kullarla dolu (Aynı kulları Suriye’de de bizzat gördüm). Geçmiş savaşlarda olduğu gibi Gazzeliler, sadece bitmek bilmeyen bombardımana ve yıkıma değil, aynı zamanda Siyonist düşmana verdirdikleri muazzam kayıplara ve her şeye rağmen direnişi sürdürebilmelerine odaklanıyor. Çünkü geçmişten beri yıkım da, yaşama arzusu da Gazze’nin bir gerçeği ve onlar ölümü modern insan gibi bir yok oluş olarak görmüyor.
Gazze’de olan biteni ekranlarda izlerken elden bir şey gelmemesinin çaresizliğini ilk kez bu denli derinden hissettik. Oysa aynı çaresizliği gerek Filistinliler gerekse Arap ve Müslüman halklar kâh Siyonistler kâh emperyalist güçler eliyle en az yüzyıldır hissediyordu. İsrail’in bölge halklarına verdiği en büyük hasar, aşırı güç kullanarak uğrattığı mağlubiyetler sonucunda özgüvenlerini ve özsaygılarını yitirtmesi, bizden adam olmaz fikrini zihinlerine zerk ederek mücadele azmini kırmasıydı. 7 Ekim ve Gazze direnişi bu algıyı tersine çevirdi. 1948 ve 1967’deki etnik temizliklerin ardından işgal altında boyun eğdirilmeye ve asimile edilmeye çalışılan Filistinliler, her direniş girişimlerinde şiddetle bastırıldı. Ama bastırılan her direniş, Filistinlilerin bir süre sonra yeni bir silahla işgalcinin karşısına dikilmesini sağladı. Öyle ki en sonunda İsrail’e tarihinde hiçbir gücün verdiremediği kadar büyük bir kayıp yaşatmayı başardılar. Gazze öğretmeni, işgalci ölüm saçsa da direniş fikrinin ve ruhunun dinmeyeceğini, Filistinlilerin topraklarını terk etmeyeceğini bir kez daha gösterdi. İsrail geçmişte Şeyh Ahmed Yasin, Abdülaziz Rantisi, Yahya Ayyaş gibi Hamas’ın öncü isimlerini katletse de bayrağı Muhammed Deyf, Muhammed Sinvar, Ebu Ubeyde vs. devraldı. Çünkü direniş fikri ve İslam’ın kutsallarını savunma arzusu askerî metotlarla yok edilemez.
7 Ekim sonrası başlayan dünya çapında boykot seferberliği, tüketim kültürünün esiri olmuş bizlerin hayatın her alanında düşmanlarımızın ürettikleriyle beslendiğimizi, onların pervasızca İslam dünyasına saldırmasına ve sömürmesine dolaylı yoldan çanak tuttuğumuzu gözler önüne serdi. Gazze öğretmeni, tüketimi bırakın, üretim toplumuna geçin dedi. Sadece mal ve gıda üretimi değil, aynı zamanda bilgi ve etkili söylem üretimi, bilimsel ve kültürel üretim, silahların ve her türlü mücadele araçlarının üretimi, ideolojilerden ve önyargılardan bağımsız insani ve vicdani duruşun üretimi, yitirdiğimiz değerlere ve hikmete dönüş… Bütün bunlar aynı zamanda küresel markalarda, tüketimde, psikologlarda ve yaşam koçlarında aradığımız ama bulamadığımız mutluluğa ve mutmain olma haline bizi ulaştıracak yolun ta kendisi. Kısaca Gazze diyor ki kendi özgür iradenizle şekillendirdiğinizi zannettiğiniz hayatınızı ve düşüncelerinizi esir almış prangaları artık kırın ve öz değerlerinize dönerek özgürleşin.
Son olarak, Gazze ekranlarda izlediğimizden çok daha büyük bir yıkım aldı; elektriksizliğin, susuzluğun, açlığın, salgın hastalıkların ve tedavi imkânından yoksunluğun bilançosu, bombardımanların ve fiilî savaşın bilançosundan çok daha ağır olabilir. Gazze öğretmeni, savaş bittikten bir ay sonra Gazzelileri unutup gideceğimizi geçmiş tecrübelerden de hareketle çok iyi biliyor ve şöyle diyor: Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’yı savunmak adına çıktığımız yolda yıkılırken yanımızda yoktunuz; bari ateşkes sonrası yaralarımızın sarılmasında ve yeniden inşada ellerinizi taşın altına koyun.