Sunuş (104)

Toplumsal olaylarda kimi bağlantılar vardır ki bu bağlar sağlıklı kurulamadığı zaman ortaya konan çabaların birçoğu beyhude, ortaya çıkan sonuçların birçoğu can yakıcı olabilecektir. Nedir bu bağlantılar? İnsan ve toplumun hayatla en önemli bağı inançtır. Yine bu bağ sayesinde insan, huzuru yakalar. Bu bağı sağlam kuramamış olan ise her zaman bir arayış ve aymazlık içerisinde bocalar durur. Bir limandan bir başkasına demir atmaya çalışır ama olmaz. Kim bilir belki de asıl sorun, ne aradığını bilememesindedir. Çünkü samimiyetle inanan müsterihtir. İnandığı, karar kıldığı davası hakk ise dünyasından müsterih olduğu gibi ahiretinden de emindir. Peki ya emin değilse küçük dünyası ve küçük hesapları peşinde dolanır durur. Aklını kullanamayanın düşeceği hal Kur’an’da “pislik” olarak açıklanmıştır. Küçük hesaplarının peşinde olanın hali de bundan farklı değildir ki… Aklını kullanamadığından ‘İman’ sorunu yaşamaktadır.

İnsan eğer özgür İnsanların akideleri üzerinde kimsenin nüfuz hakkı yoktur. Allah’tan başka… Zor kullanmanın inanç doğurmayacağını keşke bilseler… Çünkü zorlama, insanları takıyyeci yapar… kullanan kendini kandırmak istiyordur aslında… Zor kullanarak insanları kendisinin dürüstlüğüne, zorba olmadığına inandırmak ister. Böyle inandıramayacağını bilmez ki! Bilir ama yarasa gibidir, gerçek onu rahatsız eder. Bu da onun zayıflığının alameti değil midir?

İşin zalim tarafı böyle… Peki ya diğerleri… Mazlumiyeti içine sindirmiş ve de mazlum gömleğine ağıt yakanlara ne demeli! Güzel bir gömlek midir ki mazlumiyet?.. Mazlumiyetin, insan dengesi açısından sonuçları nedir? Kaldı ki mazlumiyeti içselleştirmekten bahseder olduk…

Bir de kendisini mazlum olarak görmeyi kabullenemeyip zalimin enstrümanlarına sarılanlar vardır. ‘Evlere şenlik’ bir psikolojidir bunlarınki… “Sihirli’ ve ‘soft’ cümleleri çok severler mesela… Soft kelimeler bir nevi emniyet sübabıdır ellerinde. Peki, bunlardan hangisi inanmak/imandır? ‘Soft’ cümlecikleri kullandıkları zamanları mı yoksa şimdiki halleri mi? M. Kürşat Atalar bu söylemi eleştirdi. Ve dedi ki: “Bunlar matematik bilmiyorlar…’Bilmeyen’ , basit hesaplar peşinde koşar. O halde ey Müslüman! Zengin olmak mı istiyorsun; Rabbinin yolunda sebat et. Şan ve şöhret mi istiyorsun; dik dur, sözünün eri ol, insanlara güven ver. İşte bu hesap tutar.”

İnanmak: tavrında, duruşunda ve tepkisinde, sıradanlığı ve köksüzlügü barındırmamalıdır.

İman köklü bir değişim iken, sığlık ve sıradanlık köpük misali kaybolmaya mahkumdur. Bundan olsa gerek, diğer yaşam sistemlerinin aksine İslâm, çıkar ilişkisi, motivasyon ve deşarj aracı olarak kullanılıp bir müddet sonra rafa kaldırılmak için değil; hayatı her yönüyle kuşatıp düzenlemek için vardır. Peki, bugün ‘karikatür’ mezbeleliğine duyarlı(?)lılığını ortaya koyanların bir çoğu, Allah’a dil uzatmayı adet haline getirenlere, O’ndan başka Rabb’ler tanıyanlara neden aynı tepkiyi ortaya koyamıyorlar? Bu sözümüzden sonra ‘Allah’a dil uzatan var mı’ diyen olur mu acaba! Ömer Şevki Hotar’ın yazısı siz değerli okurlarımıza güzel bir bakış açısı sunacak inşallah. Mu’min en başta kendi imâni güvenliğinden sorumluysa onurluca imani sorumluluklarını ‘ötekilerin elinden kurtarmalı ve bunlarda istikrarı yakalayıp emr-i ilahi olduğu için ısrarla, İmani sorumluluklarını terk etmemenin yolunu aramalı değil midir? Hüseyin Karatay da bu yolun zor, sıkıntılı ama bereketli olduğunu, güzel kalemiyle siz değerli okurlarımıza sunacak.

Değerli okurlarımız, vahyi anlayan ve inananın dünyada ve ahirette ‘hasene’yi elde edeceğine Rabbimiz garanti… Fakat, vahyi anlamanın önünde o kadar engel var ki bunların çoğu ‘din’ adına önümüze çıkıyor. Buna karşı teyakkuz oluşturmayı imanî sorumluluğumuz biliyoruz. Bu ay dergimizde ‘Türkçe Mealler’ konusunda geniş çaplı bir değerlendirme bulacaksınız. Bu aslında gündemdeki birçok konudan daha fazla hassasiyet oluşturulması gereken bir konu. Fakat popüler olmak ve popüler söylemlere sığınmak çoğu zaman ‘asıl’dan uzaklaştırıyor müslümanı. Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, Prof. Dr. İbrahim Sarmış. Dr. Abdurrahman Ateş yazılarıyla ve Hikmet Zeyveli’nin röportajıyla bu konuyu işlemeye çalıştık.

Atacağımız adımların muhkem olmasından bahsedeceksek eğer, bunda sağlam bir vahiy bilgisi şarttır. Allah’ın 1400 yıl önce vahyettikleri daha yeni yeni ya düşünülüyor ya da düşünülmeden yine taklit üzere, vahye dayanılarak zalime bağırılıyor. Atacağımız adımlar kendimizden veya kendi grubumuzdan çok İslam ümmetinin güvenliğini sağlayacak ve ona hiçbir halel getirmeyecek adımlar olmalı değil midir? İsimlerini burada anmadığımız tüm yazarlarımıza teşekkür ediyor ve siz değerli okurlarımızı dergimizle baş başa bırakıyoruz.

Tenkitlerinizi bekliyoruz…