184. Sayı Kitap Seçkisi

üz zor mesele
ÜÇ ZOR MESELE - TEKNİK, MEDENİYET, YABANCILAŞMA – İSMET ÖZEL – TİYO YAYINLARI

“Türkiye’de hurafeciliğin canlılığını koruyarak günümüze ulaşmasının sebeplerinin başında sanıyorum, hurafeye karşı bizzat dindarların yoğun ve etkili bir mücadele vermemiş olmaları gelir. Türkiye’de batılılaşma başladığı zaman, batıcı kafalar doğrudan İslam’a saldıramadıklarından, taarruzlarını halkın arasında yaşayan düzmece değerlere yönelttiler. Eleştirinin Frenk hayranı züppeler tarafından yapılması, dindarları eleştiriden yana çıkmaktan alıkoydu. Öyle ki dindarlar istemedikleri halde hurafe savunucusu konumuna düştüler. Bu durumda dindarların din adı altında toplanabilecek ne varsa onu korumak, muhafaza etmek, bozulmasının önüne geçmek, hızını kesmek amacıyla muhafazakâr ve gelenekçi bir durumu kabullenmek zorunda kaldılar. Hatta bazı değerleri elde tutabilmek için birçoklarını elden çıkartmaya yani bozulmanın bir sınırına kadar tahammül göstermeye razı oldular.”

Şair, düşünür ve yazar İsmet Özel, J.P. Sartre’ın ‘yaşamalı mı, anlatmalı(yazmalı) mı?’ sorusunu batılı aydın için yaşamak meselesi anlattıklarıyla(yazdıklarıyla) tam tamına çakışmıyor diye cevaplar zira O’na göre yaşadıklarımız zaten bir şeyler anlatmaktadır dolayısıyla yazdıklarımız da bunlardan başkası olmamalıdır. Özel’e göre insan, Allah’ın ona verdiği adı, kendi tanımı olarak kabul eden insandır. Bu insan iman etmiş ve Allah da ona ‘Müslüman’ adını vermiştir. Bundan böyle bu insanın bütün yapıp ettikleri kendi tanımına sahip çıkmaktan ibarettir. Müslüman sözü kapsayıcı bir tanımdır, ayrıca başka sıfatlarla desteklenmeye ihtiyaç göstermez. İslamiyet, bir bütünün ifadesidir, ayrıca bir senteze yönelmesine gerek yoktur. Öyleyse Müslüman’ın gerek bireysel hayatını düzenlemek gerekse toplumun kuruluşunu İslam esaslarına göre yeniden ayarlamak için girişeceği mücadele, araçlara bağlanma(medeniyet) mücadelesi değil, araçları aşma(siyaset) mücadelesidir.

 

 

burjuva
BURJUVA – WERNER SOMBART – DOĞUBATI YAYINLARI

“Bana göre kentte oturan herkes ve karşımıza ilk çıkan tüccar ya da zanaatkâr “burjuva” değildir. O, bu burjuva görünüme sahip gruplar arasında yetişmiş ve onların arasından çıkmış olan özel bir tiptir. Özel psikolojik niteliklere sahip ve başka bir sözcük bulamadığım için de tırnak içinde “burjuva” olarak adlandırmak zorunda kalmış olduğum kişidir. Başka bir deyişle bana göre burjuva toplumsal bir sınıfın temsilcisi olmaktan çok bir insan tipidir. Burjuva zihniyetinin kusursuz örneği olan Benjamin Franklin’in kişiliği ve notlarını çok net bir şekilde karşınızda görür gibi oluyorsunuz. Başka yerde XVII. ve XVIII. yüzyıllarda karşımıza çıkan düzenli, ölçülü, belli görgü kurallarına uyan, belli bir zevk anlayışıyla diğerlerinden ayrılan bir burjuva yaşantısına özgü ilkelerin daha 1465 yılından başlayarak Floransalı yün tüccarları ve bankerlerin ruhsal dünyalarının yaşamsal tözü haline gelmiş oldukları görülmektedir.”

İktisat tarihçisi ve sosyolog Sombart’ın çalışmaları Max Weber ve onun Protestan ahlakı teorisine cevap ve eleştiri niteliği taşıyor. Sombart’a göre fakirlere has bir özellik olan ve zaruri olarak yapılan tasarrufun zenginler tarafından bilinçli olarak yapılmaya başlanması ve bir erdem gibi benimsenmesi, ardından özellikle Yahudiler tarafından hesap kitap, muhasebe işlerinin de geliştirilmesiyle birlikte sermaye biriktiren ilk dönem burjuvaları ortaya çıkmıştır. Bu eski moda burjuva kapitalistler günün 24 saatini düzenli ve programlı yaşayan, ekonomik başarısı ile övünen, kazandığı her zaman harcadığından fazla olan ve para kazanıp şirket kurmak isteyen bir tür girişimcidir. O’na göre kapitalizm bir kapitalist zihniyet ortaya çıkarmamıştır bilakis kapitalist zihniyet kapitalizmi ortaya çıkarmıştır ve bu zihniyet tıpkı bir çocuğunkine benzer bir ahlaka sahiptir zira her şeyi merak eder ve onu mutlaka elde etmek ister.

1825 DEVRIMUZERINE.conv.indd
DEVRİM ÜZERİNE – HANNAH ARENDT – İLETİŞİM YAYINLARI

“Ortaçağ ve sonrası kuramlarının, meşru isyandan, yerleşik otoriteye karşı başkaldırıdan, açık bir meydan okumadan ve itaatsizlikten haberdar oldukları doğrudur. Fakat bu isyanların amacı otoriteye ya da yerleşik düzene karşı çıkmak değildir. Mesele daima, otorite sahibi kişinin değişmesi, hakları gasp eden kişinin yerini meşru bir krala bırakması yahut iktidarını kötüye kullanmış bir tiranın, adil bir yönetici ile değiştirilmesi meselesiydi. Dolayısıyla insanlar, kendilerini kimin yönetmemesi gerektiğini karar verme hakkına sahip olabilirlerdi. Fakat bu kimin yönetmesi gerektiğini belirlemeye kadar varmazdı. Hatta kendi kendilerinin yöneticisi olmaya da kendi katmanlarından kişileri hükümete atama hakkı gibi bir şeyi bile çok az duymuşuzdur.”

Siyaset bilimci, düşünür Hannah Arendt’ e göre Devrimler daima, başlangıç aşamalarında hayret verici bir kolaylıkla başarılı olurlar; çünkü devrimleri başlatanların yaptığı, düpedüz dağılma içindeki bir rejimin iktidarını toplamaktan ibarettir. Devrimler, asla siyasal otoritenin çöküşünün sebepleri değil, aksine sonuçlarıdır. 1905’te tüm Rusya’ya yayılmış ve ilk devrimin içine sokulmuş olan grev dalgaları bile tümüyle kendiliğinden oluşmuş, herhangi bir siyasi ya da sendikal örgüt tarafından desteklenmemişti; bu örgütler yalnızca devrim esnasında ortaya çıkmışlardı. Zaten genel olarak devrimlerin ortaya çıkışları, diğer herkesi olduğu kadar devrimci grupları ve partileri de şaşırtmıştır ve onların etkinliklerine atfedilebilecek herhangi bir devrim neredeyse yoktur. Durum çoğu zaman tam tersiydi, devrim patlak vermiş ve profesyonel devrimcileri bulundukları yerden (kodes, kahvehane yahut kütüphane) adeta kurtarmıştı. Lenin’in profesyonel devrimcilerden oluşan partisi bile bir devrim ‘gerçekleştirmiş’ olmayacaktı. Arendt modern devrimlerin başlangıcı olarak 18. yüzyılda gerçekleşen Fransız ve Amerikan devrimleri kabul ediliyor.

 

aav
ANARŞİST BANKER – ŞEYTANIN SAATİ - FERNANDO PESSOA – CAN YAYINEVİ

“Hayır; söz konusu olan bu değil! Demek istediğim, benim kuramım ile gündelik yaşamım arasında uyuşmayan tek bir nokta yoktur; tersine mutlak bir uyum vardır. Bombalara ve sendikalara düşkün o tiplerle aynı yaşamı sürdürmediğim kesin. Ama anarşizm ile kendi idealleri arasında çelişkiye düşenler onlardır, onların yaşamıdır. Benimki değil. Anarşizmin kuramı ile uygulanması bende –evet banker olan bende; hatta büyük tüccar, vurguncu bile diyebilirisiniz bana- birleşiyor ve kusursuz ifadesine kavuşuyor. Siz beni bu aptallarla, bomba ve sendika sevdalılarıyla karşılaştırıp hangi noktada onlardan farklı olduğumu bana göstermek istiyorsunuz. Ben anarşistim elbette; ne var ki aramızda ki fark, onların yalnızca kuramda anarşist olmalarıdır; bense hem kuramda hem uygulamada anarşistim. Onlar anarşist ve aptal; ben, anarşist ve zekiyim. Başka bir deyişle dostum, gerçek anarşist benim. Bu insanlar, bombaları ve sendikalarıyla(ben de öyleydim elbette, ama ben en son derece gerçek anarşizmim sayesinde bu durumdan kurtuldum) bu insanlar; anarşizmin döküntüleri, büyük liberal doktrinin iğdiş edilmiş dişileri.”

Portekiz edebiyatının en önemli isimlerinden Fernando Pessoa’nın bu ironik anlatısı, anarşizmin hatta komünizmin hatta sosyalizmin, burjuva zihniyetinin iktidarı üzerinden nüktedan bir eleştirisini yapıyor. Hikâyenin iki kahramanından biri olan banker, kurumların kaldırılamayacağını, toplumsal anarşizmin mümkün olmadığını ancak bireysel bir anarşizmin mümkün olduğunu, bunun için de her anarşist bireyin ekonomik özgürlüğünü güçlendirmesi gerektiğini savunuyor. İkinci hikâye Şeytanın Saati de karşılıklı konuşma şeklinde ve bu mistik anlatıda konuşmacılardan biri ise ‘şeytan’(pessoa) dır. Diyalog daha doğrusu monolog, şeytan kendini kadına –aslında karnında ki çocuğa- tanıtırken başlar. Beş ay sonra doğacak ve geleceğin şiir dâhisi olacak çocuktan ise henüz haberi yoktur kadının.

Bunları da sevebilirsiniz