Nida Dergisi, 82. Sayı / Şubat / 2004
Röportaj: Rüstem İpek
Sanat güzelliğin bilimidir deniliyor öyle midir?
Tanımlardan biri diyebiliriz, ancak bilimle karşılaştırmak ne derece doğru diyebiliriz bilemiyorum. Bilim deyince akla formül geliyor, zaman geliyor: Halbuki sanatın böyle bir formülü yok. Yani bilim olsaydı her insanın bir yerde uygulaması mümkün olurdu.
Özünde güzellik var mıdır sanatın?
Güzellik olmayınca sanat olamaz. Diyelim ki, mimari için kullanıyorsak sanatı: bu bir taş yığını, kerpiç yığını ya da kum yığını olur. Ama sanat kavramı güzellik ve estetik çağrıştırıyor. Yoksa sıradan bir görüntü olur, sıradan bir nesne olur, eşya olur.
Bugün için konuşursak hocam, sanatın anlamı daralıyor mu? Daraltılmış mı?
Ben o kanaatte değilim, tersine genişletiliyor. Sanatın anlamı; çünkü alanları değiştiriliyor ve bunun içerisine sanat olarak kabul etmediğimiz bir takım öğeler de giriyor, o zaman genişliyor ve genişledikçe sanat özgünlüğünü güzelliğini kaybediyor. Edebiyat Sanatında romanı veya hikayeyi ele alalım, artık gerçekçiliği o dereceye indirgediler ki, neredeyse romanda, hikayede anketlere eş değer tutar oldular. Anketler sanat değildir. Soru cevap yöntemidir. Oysa sanatta güzellik unsuru vardır, sanatta sanatçının algılaması vardır. Sanatta sanatçının zekası, kültürü, inancı, kendine göre yorumları vardır. Gidip birisiyle söyleşi yaptınız, onu olduğu gibi kağıda geçirdiniz; bu roman olmaz, bu sanat olmaz. Dediğim gibi sanalın sınırını genişletiyorlar, genişlediği için de bence sanat olma özelliğini kaybediyor. Ama bunların içerisinde özelliğini koruyan, sanat dedirtecek hayranlık duygusunu uyandıran eserler her alanda mevcut.
Mesela saysak neleri sanatın içerisine dahil edebiliriz?
Sanatı güzel yansıma yahut geniş tanımıyla her türlü nesnenin yansıması, ama insan algılamasıyla yahut sanatçı algılamasıyla yansıması. Buna sanat diyebiliriz ancak.
O zaman?
O zaman bütün görüntüler girebilir: ama bu görüntülerde mutlaka yorum vardır. İşte anket dediğimiz şeyde, soru-cevap dediğimiz usulde bir yorum yoktur. Yorum mutlaka girecektir sanata. Sanatçının gözüyle dünyaya bakmak lazımdır. Her insanda sanatçı ruhu vardır, ama sanatçılık yoktur. Yani bunu verme gücü yoktur. Her insan sanattan etkilenir. Güzel şeylerden etkilenir. Diyelim ki berrak bir suyun akışı, bir gülün rengi, kokusu, bir bülbülün sesi, insanı mutlaka etkiler. Bu insanın sanattan etkilenme yönüdür. Her insanda etkilenme vardır; yansıtma ustalığı da gerekiyor. İşte yansıtma ustalığı olunca, yansıtma becerisi olunca o insan sanatçı olabilir.
Bir de özgünlük olacak.
Tabi benim görmediğim bir özgünlüğü sanatçı görebilir. Okuyucu yahut izleyici demek ki bu yönü de varmış ben görmedim diyebilmelidir. Hatta çoğu kez bizim göremediğimiz şeyleri sanatçı görebiliyor ve bize de duyumsatıyor. Belki biz bakarız nesneye; ama o davranıştaki güzelliği yahut o davranıştaki çarpıklığı, çirkinliği göremeyiz; ama sanatçı duygusaldır görür ve yansıtabilir.
Bunu en iyi yansıtanlar mı toplumları, çağları etkiliyorlar?
Bunu en iyi yansıtanlar, deyim yerindeyse gördüklerini inşa edebilenler yaşıyor, kalıcı olabiliyor.
Mesela Yunus Emre’de nasıl bir özellik görüyorsunuz?
İnsan o duygusunu yakalamış yahut kendinde olanı yansıtabilmiş zorlama olmadan. Onda olan ortak öğe, diğer insanlarda da olduğu için rahatlıkla etkilenebiliyoruz.
Bir de kolay yansıtmış.
Yani zorlama olmuyor, kendiliğinden oluyor, yani demin verdiğimiz örnekte olduğu gibi. Suyun şırıltısının çok doğal ve etkili olması gibi. Anlatım rahatlığı olacak. Biçim güzelliği olacak. Bütün bunlar bir araya gelince hem etkin oluyor, hem kalıcı oluyor. Bir de o heyecanı duyması gerekiyor. Mesela insanın manevi yönü Yunus’ta çok yücelmiş ve öne geçmiş durumda. Öne geçmiş, duyarlılığı incelmiş olunca onun yansıttığı daha da güzel oluyor. O duyguyu içinde taşıması, gönlünde taşıması, dışaroı yansıması da olmaz elbette. İncelmiş duyguları olanın dışarıya yansıtması da güzel olur.
Somut diyebileceğimiz sanat örnekleri var. Bunlar daha geniş halk kitleleri tarafından benimseniyor. Mesela sinema, müzik… Süsleme sanatları sergisi açıldığında, çok az insan ona gidip bakıyor, ama bir sinema olduğunda binlerce insan onu izlemek için gidiyor. Bir müzik yüz binlerce, milyonlarca insanı etkiliyor, burada nasıl bir fark var acaba, bunu üzerinde düşünebilir miyiz?
Sanıyorum bir algılama, derinliğine düşünme, derinliğine bağlı bir olgu bu. Kolaya kaçma sorunu. Yansımalar, terennümler daha kolay anlaşılıyor. İnsanoğlu zihinsel bir çabaya girmiyor. Bu benim yorumum. Kolaya ilgi artıyor. Biraz da öne çıkarılma, geriye bırakılma olabilir. Mesela zaman geliyor müzik öne çıkarılıyor. Böylece insanlar daha çok etkileniyor. Bir nevi salgın hale geliyor ve o zaman alıcısı, seyircisi daha çok olabiliyor. Daha çok emek isteyen, daha çok derinlik ve düşünce isteyen sanatlar öne çıkartıldığında öbürü geri itiliyor. Yani bir nevi moda haline gelenin seyircisi, taliplisi artmış oluyor. İnsanların kolaya, zora talip olmasıyla da ilgili, zihin yormasıyla da ilgili olarak diyebiliriz. Bir motif sanatının, bir mimari sanatının geriye itilmesi demek; onun değerinin yitirilmesi anlamına gelmez. Bence zor olan sanatlar daha değerlidir.
Daha mı kalıcıdır?
Değerlidir ve kalıcıdır. Ama kolay olan kolay yapılmış olan sanatlar derinliği olmayan, geçici olan şeylerdir, gel-geç şeylerdir. Geçici heveslere bağlıdır, güncel sanat popüler sanattır. Özellikle bugün ki müzik için söyleyebiliriz. Bir ay önce çıkmış, öne geçmiş bir müzik dördüncü haftada unutulabiliyor. pek de değerli olmayana birden insanlar ilgi duyuyor. Tabi bunda yetişmek, telkin de önemli. Telkin derken reklamları kast ediyorum. Ahbap çavuş ilişkileriyle herhangi bir sanatçı reklamlarla öne çıkıyor, seyircisi fazla olabiliyor. Bu onun değerli olduğunu göstermez, kalıcı olduğunu göstermez. Sanatta asıl olan kalıcılıktır.
Zaman en iyi ölçüttür.
el-Hamra İspanya’da hala ayakta duruyor. Orada müslümanlar silinmiştir; ama müslümanların izi orada hala ayakta dimdik duruyor. Geçmişteki ve günümüzdeki mimari eserlere meydan okumakta.
Hayranlık uyandırıyor.
Hayranlık uyandırıyor, görenlerde bir coşku uyandırıyor. Kalıcılık önemli. Yani her şeye, her ürüne sanat eseri demek doğru olmuyor. Mesela günümüzde, televizyonlarda daha çok boy gösteren sanatçılar kısa zamanda siliniyorlar gerçekten sanatçı olanlar kalıyorlar. Kimileri de kendini sergiliyor. Biraz fizikî görünümü göz alıyorsa, biraz da becerebiliyorsa, günümüzde bir numaralı sanatçı olabiliyor.
Hocam sanatta çıplaklık kültürüyle ilgili konuşalım biraz da. Özellikle müzelere gittiğimizde çıplaklık ön planda duruyor, diyelim ki bir kralın heykeli yapılmış. Çıplaklık ön planda bunun kaynağı nedir nereden gelmiştir sizce?
Günümüzde de var. Geçmişte özellikle heykel sanatında daha da öne çıkarılmış. Bence bu insanların ilkelliğini, güzel yönlerinin yücelmediğini, zihin yapılarının kabalığını gösterir. Gerçi bunun tersini savunanlar da var. Ben kendi inancıma göre değerlendiriyorum. Her sanatçı ve her toplum kendi düşünce biçimini sanatında öne çıkarır. O toplumlar bu tür sanatı öne çıkartmışsa bu onların düşünceleri hakkında, yönelişler hakkında, neye değer verdikleri hakkında ipuçlarıdır bence. Ben cinsel güdülerini öne çıkartmayı ilkelliğin ifadesi olarak görüyorum.
Bayağılık mı?
Yücelmiş toplumlarda daha çok insanın manevi yönüne değer veren duygular sanata yansır ve öne çıkartılır. Bunlar doğaldır, yani güzellik anlayışı değişiyor. Sanat yansımadır derken bir genelleme yapmıştım. Sanat onların yansımasıdır, düşüncesidir, duygularının biçimle yansımasıdır, eşyaya yansımasıdır. Sanat güzel yansıma derken de özelleştirmiş oluyorum. Müslümanın sanatı güzel yansımadır. Fark işte burada.
Bir de sanatta baskı ilişkisi üzerinde duralım. Mesela şöyle bir görüş var. Sanat baskının yasağın olduğu yerde daha çok neşet eder, kendine daha çok yer bulur. Orda sanat daha çok gelişir.
Bu görüşün doğruluk payı da var sanki.
Sanat, özgürlüğün yanında yer aldığı için mi böyledir?
Sanatın alanına göre, türüne göre değişiyor. İnsanların mazlum, mağdur duruma düşmesi edebi sanatlarda yani şiirde, romanda, hikayede benzer yazı türlerinde daha çok yer alıyor. Bir de çıplak değil de sembollerle ifade edilmesi değeri artırıyor. Siz düşüncenizi açıkça veremediğiniz zaman, birtakım sembollere bürünüyorsunuz, bu anlatı sanatı derinleştiriyor.
Kaçış mı oluyor?
Kaçıştan ziyade daha da duyarlı oluyorsunuz, sanatçının duyarlılığı artıyor, mağdur oldukça, acıma duygusu, arttıkça merhamet duygusu gelişiyor. İnsanı sevme duygusu gelişiyor, sevme duygusu düşkünlüğü artırıyor böylece bu tür yansımalarla sanat eserleri de artıyor ve daha özgünlük kazanıyor, derinlik kazanıyor. Ama bu kesin bir formül değildir. Akif; savaş, ölümler, korkunç manzaralar görmeseydi o duyarlılığa sahip olmayacaktı. Savaş olmasaydı, Çanakkale Destanını yazamayacaktı.
Savaş dönemlerini anlatan sinema yapıtları çok ilgi görüyor, özellikle kamera mazlum tarafından bakıyorsa.
Mazlumları gören insanın, acıma duygusu artıyor, o zaman iyiden yana savaşan kahramanlarla gönlünüz bir oluyor ve taraf oluyorsunuz. İnsanların kendilerinde ortak yan gördüğü filmlere böylece ilgi artmış oluyor.
O zaman sanatçı halkın gönlündeki içindeki duyguya ne kadar yaklaşırsa ortaya koyduğu eser de o kadar ilgi mi görüyor?
Şöyle diyelim; sanatçı insanın doğasındaki, özelliklere ne kadar iyi hitap ederse, etkileyici hitap ederse o kadar ilgi görür. İnsanın özelliğini yansıtabilmesi çok önemli sanatçının.
Bugün soyutlama ön planda, bunun sebebi nedir? Bir şiiri okuyunca şiirde bir kompozisyon çerçevesinde kafamızda bir şey oluşmuyor yani soyuta kaçışın sebebi nedir?
Felsefî akımlar zamanla sanata da yansıyor.
Etkileniş mi?
Bazen sanatçı bir filozoftan, bir inançtan yahut bir düşünürden etkilenmiş oluyor. Özellikle felsefi akımlardan etkilenmiş oluyor, dolayısıyla sanatçının verdiği eserlere yansıyor. Sanat yansıma derken biraz da bunu amaçlamıştık, yani nesneler yansıyor, algılar yansıyor, olaylar yansıyor ve nesnelerle ilgili felsefi görüş yansıyor, inançlarımız yansıyor. Soyut sanatta, son zamanlardaki felsefi akımların sanat yansıması diyebiliriz. Resimde yahut heykelde nesneyi yansıtmak önemli değil, onun gerisindeki duyguları da yansıtmalı deniliyor. Bir felsefi akımla bir olayı yahut bir insanı anlatırken, bir tipleme yaparken onun zihin gerisini de vermek önemli. Bunlar yansıyınca, bakıyorsunuz klasik anlatım tarzı parçalanıyor, değişiyor ve böylece bir soyut sanat anlayışı doğuyor. Bir objektif gibi bir fotoğraf gibi bakılmaması gerekiyor nesneye. Bir resmin görüntüsü bana hangi çağrışımları getiriyor, benim psikolojimde ne gibi değişikler yapılıyor. Onlar verilmeli sanatta savı yer alıyor.
Sanatta asıl amaç anlaşılmak değil mi?
Akım meselesi, böyle akımlar da var demek istiyorum. Bence önemli olan anlaşılır olması. Moda olan şeyler geçicidir, klasik olan, ölçülü olan kalıcıdır.
İslam’da da soyut sanat anlayışı yok muydu? Yani heykel yapmak, resim yapmak, tasvir etmek bunlar yasaklanınca İslam’da sembollerle anlatmak yok muydu? Mesela Arap harflerinin o geometrik şekillerinden çıkarılarak köşelerinin değiştirilmesi onlar da bir sanat sayılmaz mı?
Sanattır tabi. Bu İslam düşüncesinin harflere yansıması, ama bu soyuttur diyemeyiz. İslam mesajının yumuşaklığı, estetiği, rahatlığının harflere yansıması, yazıya yansımasıdır diyebiliriz. Latin harflerine baktığınızda çok keskin çizgiler vardır. İnsanı rahatsız eden, adeta göze batan bir yanı vardır. Mimarisi de öyledir. Bir kilise mimarisine bakın, bir camiye bakın, cami mimarisinde o sert çizgiler yumuşamıştır. Müslümanca algılamaktan geliyor bu. İslam mesajının yumuşaklığından geliyor. Harflerine de yansıyor ve bu harfler insanı rahatsız etmiyor.
Tarihi eserlerdeki figürleri hatırlayın hocam. Bazılarına bakıyorum, bunlar bir çiçeğin yansıması değil veya doğadaki yansıması değil. var olan bir şeyin yansıması değil, bu nasıl ortaya çıkmış? Sanatçının içindekinin soyut olarak ortaya çıkması değil mi?
Belki bu bilinçli olarak camilerde, saraylarda var. Demek ki, müslümanlar bunu yüzlerce yıl önce gerçekleştirmiş. Fotoğraf makinasıyla film makinasıyla nesnelerin aynısını çekmek mümkün deniliyor. Tabiatı taklit etmekle ona erişilmez deniliyor. Oysa yorum katmak sanattır deniliyor. Bir çiçeğe sanatçı duyarlılığı yansıyınca hoş şeyler çıkacaktır kendiliğinden. Sanatçıda biraz da normal insan algısının dışına çıkmışsa, algılar bizde olmayan şeyler verecektir. Van Gog’un bir kediyi algılamasıyla, normal insanın algılaması çok değişiktir. Kendince bir şeyler katıyor görüntüye. Çünkü öyle algılıyor, savaşçı bir hale bürüyor, kediyi. Belki de çocukken bir kedi elini tırmalamış olabilir. Şuuraltına kaymış bir kedi algısı olabilir.
Kedi içinde böyle iz bırakıyor.
Doğru, güzel bir ifade. Kendi içindeki ortaya çıkıyor. Bir sanatçı çiçeği şöyle görmek isteyebilir, o zaman da çiçek gerçek çiçeğe benzemiyor. Bugünkü sanat bu alana doğru kayıyor. Tutar mı, tutmaz mı? Bilemiyoruz zaman gösterecek. Halı desenlerinde, ne çiçek çiçeğe benziyor ne de kelebek kelebeğe benziyor; bu da bir soyutlama sanatı.
O zaman soyutun yansıması diyebilir miyiz?
Evet soyutun yansıması. Herkes kendine göre yansıtıyor aynı çiçeği. Yani ben bir şeyle anlatıyorsam, bir şeyler çiziyorsam mutlaka insanlara duyumsatmak vermek istediğim bir mesaj vardır. Sanatı bunun dışında düşünmüyorum, böyle değildir diyenleri de yadırgıyorum, mantıklı bulmuyorum. Mesela 1818 yılında “sanat sanat içindir” görüşü ortaya atıldı. Sanat sanat içindir görüşünü ortaya atan Cousin, ahlak ahlak içinse sanat sanat içindir görüşüyle ortaya çıkıyor. Neresinden bakarsanız tutarsız. Ben niçin yazarım, niçin konuşurum? İnsanlara ilettiğim bir şeyler vardır, en azından paylaşmak istediğim bir şeyler vardır. Şiirimde herhangi bir şeye ihtiyaç duyuyorsam insanları ortak etmek istediğim içindir. Büyük sanat eserlerine bakın, mutlaka mesaj içeriklidir. Sanat eserleri bir inanç taşıyorsa bir mesaj taşıyorsa büyüktür. Sanat ustalığı taşıyorsa büyüktür. Ustalıkla içeriğin derinliği birleşince sanat eseri doğuyor. Diyelim ki Suç ve Ceza’yı düşünün. Bazı yorumcular, diyorlar ki Rus devrimini hazırlayan bu eserlerdir diyorlar. Bazı sanat eserleri niçin yasaklanmıştır? Despotlar mesajından korktukları için. Nerde kaldı sanat sanat içindir tezi? Sanatın içeriğinden, mesajından ve telkininden korkulmuştur. Tolstoy, Suç ve Ceza’da açıkça Hıristiyanlık propagandası yapıyor, ama kimse çıkıp Tolstoy bir romancı değildir büyük sanatçı değildir diyemez. Tersine övülüyor, örnek gösteriliyor. İncil’in bir ayetinden bile yirmi devlet çıkartırım diyebiliyor Tolstoy. Bu Hıristiyanlık propagandasıdır. Nobel Edebiyat Ödülü kazanan romanlara bakın, mutlaka bir tez içerir. Agnon’un Tılsım ve Söz’lü romanı, Nobel Edebiyat Ödülü kazandı. Romanın kahramanını şöyle konuşturuyor Agnon: hiçbir milletin güneşi dahi Yahudi ayı kadar ısıtıcı değildir diyor. Açık bir propaganda var. Buna rağmen ödül verilmiştir. Yönlendiricidir, telkin unsuru vardır, taşıyıcıdır. Bir araçtır sanat.
O zaman sanatkara çok ihtiyaç vardır.
Zaten toplumları duyarlı yapan, çarpıklıklara ilgiyi çeken, gösterendir sanatçı. Bazen biz bakıp geçeriz ama geçtiğimiz olayda ibretler vardır, zulüm vardır, ezilme vardır, sanatçı ona ilgiyi çeker; bizi de düşündürür, görmediğimizi gösterir, duymadığımızı duyumsatır. Başta söylediğimiz gibi işte bu özelliğinden dolayı sanat eseri olmuştur. Fikret’le Akif’i düşünün en az yorum yapılan, nesne algıları değil mi? Nesne algıları pek değişmez, görüntü sabittir, ama buna rağmen. Akif’le Fikret’in camilere bakışı değişir. Fikret birer kanlı katil olarak niteler kubbeleri. Akif güzelliklerin ve yüce duyguların simgesi olarak görür. İşte iki şairin bakışı. Birisi kinli, düşmanca bir bakış; diğeri mümince bakış. Elbette minareye müminin bakışıyla ateistin bakışı bir olmaz.
İslam sanat ilişkisi üzerinde duralım.
İslam sanatı… Müslüman ya hakkı söyler ya da susar. Ya faydalıyı söyler ya susar. İslam sanatı da güzeli taşır, inceliği taşır, insaniliği taşır.
İslam sanat alanını daraltmış mıdır?
Sanatın alanını daraltmamıştır, çirkinlikten yüz çevirmiştir. Yasaklamıştır.
Mesela tasvir yasak.
Çirkinliği telkin edici şeyleri yasaklamıştır. Kimilerinin sanat dediklerinin içerisine çirkinlik giriyorsa orada yasak koymuştur. İşte İslam güzele olabildiğine yol verir, çirkini engeller. İslam’ın özü budur ve İslam sanatçısının sanatı da böyledir. Alanı daraltılmış ifadesi olumsuz olduğu için yadırgıyorum. Yani olumsuzluğa sınır çizmiş diyebiliriz.
Şiiri yasaklamamıştır?
Çünkü sanatı teşvik etmiştir. Allah Kur’an’ı niçin sanatlı göndermiştir?Allah yarattığını biliyor elbette.
Kuran’da Hz. Süleyman zamanında yapılan sarayda suyun üzerinde camlar vardır ve Belkıs oradan geçerken eteğini topluyor, su var suyun içine gireceğim diye eteğini topluyor. Halbuki suyun üzerinde cam var, bu bir sanat değil mi?
Elbette mimarideki sanattır. Bundan sanatın hem teşviki hem önemi çıkar.
Peki hadislerde putçuluğu önlemek amacıyla yasaklamalar var. Mesela tasvir konusu. Bu gerek heykel noktasında gerekse resim noktasında uzun süre tartışılmış.
Evet ama resim yapılmış.
İslam heykelciliği kesinlikle yasaklamıştır diyebilir miyiz?
Kesin bir şey söyleyemeyiz. Şia ictihatında yer verilmiş. İslam niçin heykeli yasaklamış diyorsanız, Onda hikmet ararız üzerinde düşündüğümüzde şu sonuçlara varırız: Heykel niçin yapılır, bir ihtiyaçtan mı doğmuştur? Zaruri bir ihtiyaçtan mı doğmuş değil. Övme, övünme, ululama, tapınma isteminden doğmuştur. Tarihte kahramanların, aziz sayılan insanların yahut toplumda üstün sayılan insanların heykelleri yapılmış. Günümüzde bu böyle. İnsanlar giderek niyetlerinin dışına çıkıyor ve onu başlangıçta iyi niyetle bile yapmış olsa zamanla onu ululuyor, bir nevi ilahlık vasfı vermeye başlıyor, kutsallaştırıyor. Bu hep böyle ola gelmiştir, hep insanın özgürlüğüne, insanlığına, üstünlüğüne zarar veregelmiştir. İnsan onurunu yıkmıştır. Zamanla artık o put haline geliyor. Ve tapınma yeri haline gelebiliyor. Onun bulunduğu mahalli ve şekli dünyanın her yerinde, her zamanda böylece kutsayabiliyor. Geçmişte, bence günümüzde bunun pek bir farkı yok. İnsanlar belli zamanlarda ve belli günlerde bu üstün zannedilen heykellerin etrafında toplanıp tapınma yeri haline dönüştürülebiliyorlar. Uzun yüzyıllar geçince tamamen öyle oluyor, yani bir nevi ilahlık isnat ediliyor. İnsanların kültürü artıkça tapınma durumuna getirmeyebilir deniyor, ama zaman gösteriyor ki, kültür ne derece artarsa artsın, zaman ne olursa olsun insanlar tapınma güdülerini kendini yaratan Allah’ta değil de aziz zannedilen üstün zannedilen falanca komutanda, filanca devlet adamında, filanca filozofun heykelinde giderebiliyor. Zaman ve gözlemler bunu göstermiştir. Bize garip gelen veya bilinmez gelen İslam’ın yasakları ancak zamanla anlaşılıyor.
Resim konusunda ne diyorsunuz?
O da bir ihtiyaç. İslami ekollerden yasaklayanlar da var, haram diyenler de var, değil diyenler de var. Tapınma güdüsüyle yapmıyorsanız haram değildir diyenlere katılıyorum. Geçmişte yaşamış kimi insanların resimleri yapılıyorsa: insani yönden baktığımızda, psikolojik açıdan baktığımızda bence sakıncalı. Çünkü tanımadığımız, görmediğimiz insana sınır çizmiş oluyorsunuz, değiştirip daraltıyorsunuz.
Tasavvufun İslam sanatına çok katkısı olmuş mudur? Müzik açısından ilahileri ve ney’i düşünün.
Tasavvufta bir düşünce ekolü. Her düşünce ekolü, sanatına yansıyor. Doğal olarak sanata nasıl düşünceler, duygular yansımışsa tasavvufun da şiire, ilahiye yansıması olabilir.
Müslümanlar sanat olarak daha çok hangi alanda gelişmişlerdir? Dünyayı etkileme evrenselliği yakalama açısından.
Müslümanlar gereksiz meşgalelere iyi bakmamıştır. Sanatta hem güzeli yansıtacak hem de o güzel şey faydalı olacaktır. Mimarlık camilerde, saraylarda gelişmiş. El sanatlarının, halıcılığın en çok İslam dünyasında geliştiğini görüyoruz. Sayısız motiflerin halılara, kumaşlara yansıdığını görüyoruz. Süslemecilik sanatının doruğa çıktığını görüyoruz. Bunlar hem duyguları inceltiyor hem camide, sarayda bir mimari güzellik, bir ihtişam olarak hayranlık veriyor.
Müslüman sanatçı Müslümanca mı eser vermeli?
Doğal bir sonuçtur bu. Siz isteseniz de istemeseniz de müslümansınız böylesinizdir, yani bakış açınız öyle. İslam’a gönül vermiş bir insan, caddede yürürken çarpıklık gördüğünde, ne yapacaktır? Onun bilincinde yer edecektir, niye böyle diyecektir? Niye insanlar birbirlerini incitiyor, çarpık davranışta bulunuyorlar diye bilincinde yer edecektir sonra bunu yansıtacaktır eserinde. Yani doğaldır, kendiliğinden olur. Algılama yansıtma olgusu yani. Bir Budistin ineğe bakışıyla bir kasabın bakışı aynı değildir.
Müslüman gayri İslami bir konuda sanat ortaya koymuyor mu?
Bu sanatçının müslüman olup olmadığına bakmak lazım. İslam’a zıt sanat eserleri ortaya koyuyor derken onun algılaması müslümanca değildir. Müslüman çirkinliği yansıtmaz çünkü. O İslam dışında bir felsefi algıya sahiptir. Mesela bir müslüman Kafkavârî algılayabilir mi? Kafka’nın eserlerinde vermek istediği, insan içinden geldiği gibi davranmalı, yani varoluşçuluk felsefesi. Ayrıca güzelliği sadece fiziki görüntüye indirgiyor.
Bir müslüman böyle düşünemez mi?
Bir müslümanın zaaflerın, çirkinliklerin övücüsü olamaz.
Sanat zorluyor biraz da evrensel sanat baskın oluyor.
Sanat yansıma, derken genel olarak anlatmıştım. Müslüman sanatı güzel yansımadır. Sanat yansımadır derken sınır koymadım; ama güzel yansımadır derken müminin sanatını kastettim. Müminin sanatının güzel yansı bana doğal geliyor. Müslüman; bir kadına ya eş, ya ana, ya da bacı olarak bakar. Öyleyse kadın konusundaki yansıma da böyledir. Bu güzel yansımadır.
Şu an yeterli buluyor musunuz müslümanların sanatsal faaliyetlerini?
Geçmişte Müslümanların sanatı elbette ki zirveye çıkmıştır. Özellikle şiirde ve mimaride geçmişteki İslam sanatını, Fransız Courdeu bütün dünyaya örnek olarak gösteriyor. Oradaki incelikleri, yansımaları bir zirve olarak gösteriyor. Şu anda müslümanlardaki siyasi gerileme ile sanatında da gerileme ve durgunluk olmuştur. Günümüzdeki sanat etkinliğini yeterli bulmuyorum.
Her alanda mı?
Her alanda. Siyasi alanda olduğu gibi doğal oluyor. Belki de siyasi alandaki yücelme sanatla başlayacaktır. Zaten bir düşünce biçimi, bir ekol sanatını geliştirmeyince öbür yönlerde gelişmesi mümkün değildir. Şu anda yeterli bulmuyorum müslümanların yapmış olduğu sanatı müzikte, şiirde, edebiyatta bir doğuş olarak görüyorum.
Ümitvâr yani.
Elbette ümit veriyor. Müslüman sanatçıları okudukça hem güzellikleri görüyorsunuz hem duyarlılığı görüyorsunuz. Ötekilerle kıyas edince, onlarda kabalık, hatta çirkinliğe kaçan bir yön var, taklitçilik var. Taklit hiçbir zaman asıl değildir, asılın değeri daha yüksektir, taklit onu geriden takip eder.
Sanatın güzelliğini yakalama açısından İslam’ın açtığı vadi daha verimlidir diyebilir miyiz?
Elbette müslüman insan duyarlı insandır, zaten insanı sanatçı yapan da duyarlılığıdır. O duyarlılık, yeni eserler vermeye sevk edecektir.
İdeolojik sanat yapıyorsunuz diye suçluyorlar.
Bundan bir kompleks duymamak lazım. İdeolojik sanat yapıyorsanız güzel yoldasınız. Çünkü böyle diyenler de ideolojik sanat yapıyor. İdeolojik sanat yapıyorsunuz demek bir ideolojidir, sanatı hayırlı olmaktan alıkoyma ideolojisidir. İdeolojik değildir diyenin eserlerini inceleyin, mutlaka bir ideoloji vardır.
Onlara göre sanat din dıșı olmalıdır ideolojik olmaması için böyle bir söylem var yani dinsel bir sanat yapmış oluyorsunuz halbuki sanat evrenseldir sanat özgürlüğü temsil eder.
Nasıl algılayacak, insan ben Budist’im diyorsa algılaması nasıl olacak? Bu psikolojik bir realitedir. Bir Budist’i sen öyle algılamayacaksın diye zorlamak mümkün değil, zorlasanız da değişmez. Mesela bir papaz kiliseyi anlatıyorsa, nasıl bakacak ona? Tabii ki papazca algılayacaktır eşyayı. Yani insan kendi kapasitesi, kendi düşüncesi, kendi duyarlılığı, kendi kültürü, kendi coğrafyası doğrultusunda olayları, nesneleri algılıyor. Yani insanı algılardan soyutlayamazsınız. Müslüman müslümanca algılar, Budist Budist’çe algılar, bir Hıristiyan hıristiyanca algılar, Yahudi de Yahudi’ce algılar. İnsan hiçbir inançtan değil de Dekart felsefesine bağlıysa; o zaman da o felsefe doğrultusunda algılar. Freud’çu ise Freudvâri algılar. Yani insan fotoğraf objektifi değildir, insansa cam gibi değildir, mutlaka bir bakış açısı vardır
Hocam teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.