179. Sayı Kitap Seçkisi

0000000712821-1
CİHAD VE ŞİDDET DIŞI DİRENİŞ – ÜMİT AKTAŞ – MANA YAYINLARI

Şiddet bir ölçüde antropolojik, bir ölçüde siyasal ve kültürel ve hatta ontolojik bir sorun. Hele ki İslam dünyası ve Türkiye açısından şiddet kültürel kodlarımıza dek işlemiş olan, üstesinden gelmek şöyle dursun, sorunlarımızın çözümündeki neredeyse yegâne siyasal aracımız olan bir sorun. Şimdiler de ise maalesef şiddetle birlikte anılan başka, oldukça değerli bir kavramımız var: Cihad. Eline her silah geçirenin sorumsuzca işlediği cinayetlerin aklayıcısı ve hatta taçlandırıcısı olan bu kavram, İslam tarihi içerisinde maalesef bu anlamda en fazla gadre uğramış bir kavram. Tabir caizse bu cahil ‘mücahidler’ tarafından katledilen en önemli şey bizzat cihad kavramının kendisi olsa gerek.”

Araştırmacı yazar Ümit Aktaş yeni kitabında son dönemde anlamı muğlâklaşarak/tırılarak çokça istismar edilen cihad konusuna şiddet dışı bir yorum ile: iyilikte sebat etmek ve şiddetsiz direniş mottosuyla tartışmaya dâhil oluyor. Yazara göre iktidar mantığının hak ve adalet mantığına galebesi sonucu cihad Allah yolunda cehd ve Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak anlamından bir şiddet ve savaş doktrini haline gelmiş ve fıkhımız hareketimizi değil hareketimiz fıkhımızı belirler olmuştur. Siyasi ve psikolojik olarak farklı fraksiyonları ve işlevleri olan şiddet, aktüel anlamda ancak başka şiddetleri yeniden ve yeniden üretip, besleyip, meşrulaştırıp, aklayacaktır ve diğer bütün çözüm yollarının da kapatacaktır. Yazarın önceki kitaplarından sıkça alıntıların olduğu eserde Hasan Basri, Ömer Bin Abdullaziz, Ebu Hanife,  Mahatma Gandhi, Abdulgaffar Han, Cevdet Said, Malcolm X, Lev Tolstoy, Humeyni, Aliya İzzetbegoviç ve Raşid Gannuşi gibi önemli şahsiyetlerin şahitlikleri anlatılmakta ve şiddetsiz direnişlerinin örnekliği işlenmektedir.

iktidar
İKTİDAR RADİKAL BİR GÖRÜŞ - STEVEN LUKES – İLETİŞİM YAYINLARI

“İktidar bir kapasitedir, o kapasitenin kullanımı değil. Hiç kullanılmayabilir, kullanma ihtiyacı hiç doğmayabilir. Ve dahası, başkalarının çıkarlarını tatmin ederek ve geliştirerek iktidar sahibi olunabilir.”

Amerikalı sosyolog ve siyaset bilimci Steven Lukes’a göre iktidar kavramını nasıl tanımlamamız ve incelememiz gerektiğine ilişkin sonu gelmez anlaşmazlıkları dikkate almalıyız çünkü bu anlaşmazlıklar iktidarı nasıl kavramsallaştırdığımız, toplumsal dünyada ne kadar iktidar gördüğümüzü ve iktidarı nerede konumlandırdığımızı belirliyor. Lukes İktidara dair üç görüş den bahseder Birincisi: karar alma odaklı, çoğulcu tek boyutlu görüş İkincisi: çoğulcuları eleştiren ve onlara nazaran çokça mesafe kat etmiş olan iki boyutlu görüş Üçüncüsü ve kendi savunduğum dediği kökten değer yüklü ve özünde tartışmalı diğer taraftan, ampirik olarak uygulanabilir iki boyutunda ötesinde olan, üç boyutlu radikal görüş. İktidarı dar değil geniş, bir değil birkaç boyutta düşünürken iktidarın en az gözlemlenebilir yönlerine yani en etkili olduğu anları tasavvur etmeliyiz. Yazar iktidar sahiplerinin tahakküm ettikleri insanların gönüllü riayetlerini nasıl sağladığını incelerken Michel Foucault’nun tahakkümün her yerde olduğu ve ondan kaçılamayacağı görüşünden aktif bir biçimde faydalanıyor. Fakat Lukes kitap da Foucault’nun modern tahakküm biçimleri üzerine çok değerli ve yeni araştırmalar geliştiren çalışmalarının, içeriğinden çok retoriğinden türeyen bir radikalizm bulunduğunu ve bu ultra radikalizmi kabul etmeye gerek duymadığını söyleyerek eleştirel bir tavra da yer veriyor. Kitap Foucault’nun bio iktidar tezinden ve Jeremy Bentham’ın Panaptikon tasarımından etkilenen başkaca düşünürlerden bolca alıntılar ile ileri derece teorik tartışmalar içeriyor.

KAPİTALİZM BİR HAYALET HİKÂYESİ – ARUNDHATİ ROY – SEL YAYINLARI
KAPİTALİZM BİR HAYALET HİKÂYESİ – ARUNDHATİ ROY – SEL YAYINLARI

“Tata, Jindal,Vedenta Hindistanı yöneten bir avuç şirketten bazıları.  Attıkları ağlar her yerde; hem görünürler hem görünmez, hem yer üstündeler hem yer altında. Tata seksen ülkede yüzün üzerinde şirket işleten Hindistan’ın en eski ve en büyük özel sektör enerji şirketlerinden biri. Madenler, gaz kaynakları, demir çelik fabrikaları, telefon şebekeleri, kablo televizyonları, genişbant haberleşme ağları var; bazı kasabaların yönetimi tamamı onların yönetiminde. Araba, kamyon, üretiyorlar, Taj Hotel zinciri onların, Jaguar, Land Rover, Daewoo, Tetley Tea onların, bir yayınevleri var, kitapçı zincirleri var, büyük bir iyotlu tuz markası ve kozmetik devi Lakme de onların. Şöyle bir reklam sloganları olabilir pekala: Bizsiz Yaşayamazsınız.!”

Edebiyat Ödüllü ‘Küçük şeylerin tanrısı’ adlı kitabıyla bilinen, Gandi’nin pasif direniş öğretisi ile kast sistemini temel aldığını söylerek Hindistan’ı karıştıran yazar ve aktivist Arundhati Roy,  yeni kitabında Hindistan özelinden kapitalizme bir korku/hayalet hikâyesi yakıştırması ile bir eleştiri geliştiriyor. Roy Hindistan hükümetinin Keşmir’de ki Müslüman cinayetlerini, Hindistan – Pakistan gerilimini, ABD’nin Afganistan’a askeri müdahalesini kapitalist sermaye ile ilişkilendirirken; borçlarından dolayı intihar eden 250 bin çiftçiyi ve orman köylerinin tahliyesi sürecinde yaşanan insanlık dramını da Hindistan ekonomisinin kapitalist serbest piyasaya entegrasyonuyla ilişkilendiriyor. Rockefeller vakfı, Ford vakfı, Bill Gates vakfı gibi sermaye babası şirketlerin vakıflarının düzenlediği kültürel organizasyonlarda boy gösteren ve bu vakıflar tarafından dolaylı yoldan da olsa destek alan ‘samimiyetsiz’ entelektüeller de Roy’un eleştiri oklarından nasibini alıyor. Kitabın sonunda Roy, kapitalizmin krizde olduğunu ve onu eskiden krizlerden kurtaran savaş ve alışverişin de işe yaramayacağını savunuyor.

41MmEeWi5vL._SR600,315_PIWhiteStrip,BottomLeft,0,35_PIStarRatingONE,BottomLeft,360,-6_SR600,315_SCLZZZZZZZ_FMpng_BG255,255,255
HZ. MUHAMMED MEDİNE’DE – MONTGOMERY WATT - KURAMER

“Onun samimiyetsiz olduğunu varsayan Batılı yazarların teorileri, birer teori olarak tartışılmayacak, ancak onun samimiyetine karşı ileri sürülen iddialar mecburen ele alınacaktır. Dünyadaki bütün büyük adamlar arasında, hiç kimse Hz. Muhammed kadar karalanmamıştır. Bunun sebebi İslam, yüzyıllar boyunca Hıristiyanlığın büyük düşmanı olmuştur, zira Hıristiyanlık güç bakımından Müslümanlarla kıyaslanabilecek başka bir organize devletle doğrudan temas içinde olmamıştır. Haçlı seferleri, Müslümanların kutsal topraklardan temizlenmesi konusuna odaklanmadan önce bile, ortaçağ savaş propagandası ‘büyük düşman’ kavramını inşa ediyordu. Bir noktada, Hz Muhammed karanlıklar prensi Mahound’a dönüştürülmüştü.”

Serinin devamı niteliğinde ki kitap da Watt Hz. Muhammed’in Medine’de kurduğu sosyal-siyasi-iktisadi düzeni imrenircesine anlatıyor. Hz. Muhammed’in devlet adamlığına ve idareciliğine sürekli atıfta bulunan Watt’a göre onun üstünlüğü peygamber oluşundan ve müttefiklerinin çoğunun ona itaat için söz vermesinden kaynaklanıyordu. Watt Hz. Muhammed’in çeşitli görevleri icra etmesi için kabilelere ve vilayetlere gönderdiği insanların sadece devlet görevlileri değil aynı zamanda kendisinin vekilleri olduğunu ve onların büyük bir ihtimalle baskıdan çok imanla işlerini gördüklerini söylüyor. Kitap da Hz. Muhammed yaşadığı müddetçe, onun tesirinin ve nüfuzunun ashap arasında bir çimento gibi birleştirici olduğu vurgulanıyor. Watt’a göre Mekke’deki ticarete dayalı ekonomi bireyciliği geliştirmiş Medine’de ise çöl şartları yalnızlığı ve güvensizliği getirmiş ve bu da kabileciliği geliştirmişti. Hz. Muhammed kabilecilik(kömünalizm) ile bireyciliği birleştirip İslam toplumunu(ümmeti) oluşturmayı başarmıştı. Ayrıca Watt Müslümanların Yahudiler ile yaşadığı sorunların temelinde teolojik nedenlerin olduğunu söylüyor.

Bunları da sevebilirsiniz