Bir Düşünür Olarak Seyyid Kutub’a İsmet Özel’in Yaklaşımları

                                                Nida Dergisi Nisan-Mayıs 2009 135. Sayı

Son dönemlerde üzerinde araştırmaların ve yeni kitapların yoğunlaştığı konulardan birisi de çağdaş İslam düşüncesidir. Düşünce hayatımız açısından da önem taşıyan ve gerek üniversite gerekse üniversite dışında sürdürülen çalışmalar, İslam düşüncesinin var olup olmadığından başlayarak, adı ve içeriği konusunda çeşitli tartışmaların sürüp gittiğinin de göstergesidir. (Uyanık,20005:454-459, Stepaninants, 2005:459-464,Karadaş,2008)

Hemen belirteyim ki, ben burada çaplı içerik tahlillerine girmeden, İslam kültür tarihinin tabii seyri içerisinde, belki de hemen hepimizin bildiği bazı tespitler yaparak İslam düşüncesi kavramından neyi anladığımı ifade ederek, bu çerçevede Seyyid kutup özelinde ağırlıklı olarak İsmet Özel’in yaklaşımlarına değineceğim.

Öyleyse öncelikle “İslam”, “düşünce” terimlerinden bu bağlamda neyi kastettiğimi ortaya koymam gerekmektedir. “İslam” her şeyden önce temeli vahiy olan bir dindir. Kur’an’ın ifadesiyle Allah nazarında tek dindir. Bu anlamıyla “İslam”, değişmez ilkelere dayanan, başka bir ifade ile değişmez inanç ve prensipler üzerine kurulmuş olan ilahi bir sistemdir. Düşünce ise, en geniş anlamıyla, şüpheden idrake, tasavvurdan tasdike kadar insan aklına ait hadiselerin, insanın zihni faaliyetlerinin bütünüdür. Bir şeyi daha iyi bilmek, daha iyi anlamak için insanın nazar-ı dikkatini o konu üzerinde sabitleştirme olayını, kısacası düşünme eylemini ifade eder. Bu kısa belirlemeler ışığında İslam düşüncesi ifadesinde “Batı felsefesi”, “Hint düşüncesi”… vb terimlerde olduğu gibi, İslam’ın düşünceyi belirleyici bir özellik taşıdığını ve bununla İslam kültür çevresinde düşünce faaliyetlerine işaret edildiğini de ilave edelim.

1960’lı yıllardan bu yana çağdaş İslam düşüncesi denildiğinde ilk akla gelen isimlerden biri Seyid Kutub’tur. Bu sebeple onun düşüncelerinin değişik açılardan değerlendirilerek farklı bakışların ortaya konulması gerekmektedir. Ne yazık ki çağdaş İslam düşüncesi denildiğinde ortaya çıkan kavramsallaştırma, sorunları dar bakışlar ya da meslek temelli okumalar, bu alanın tümüyle kavranmasını engellemektedir. Çağdaş İslam düşüncesi her şeyden önce İslam dünyasındaki düşünsel, siyasi ve ekonomik tıkanmalar karşısında hem bir alternatif arayışı hem de İslam toplumlarının bünyelerindeki bozulmalara karşı ıslahat çabalarının ortak adı olarak ele alınmalıdır. Bu çerçevede İslam’ın teklifinin, Kur’an-ı Kerim’in mesajının tarihin sap(tır)maları, bozulmalar ve geleneğin yumuşak karnının engelleyici müdahaleleri olmadan yeniden keşfedilmesini savunan Seyyid Kutub, İslam düşüncesi olarak kavramsallaştırılan alanla ilgili, çalışmalarda da bulunmuştur. (Kutub,1976,1988,Sarmış,1992) Böylelikle Seyyid Kutub, kendisini izleyenlere İslam düşüncesi noktasında oldukça önemli bir miras bırakmış olmaktadır.  Öte yandan modernizm, pozitivizm, aydınlanma ile ortaya çıkan felsefi ön kabullerin Müslüman zihinde oluşturduğu sorunlu algı biçimi, İslam düşüncesi hakkında sağlıklı bir bakış açısının oluşumunu da engellemiştir. Batı’daki romantik akımdan ve aydınlanma karşıtı düşüncelerden devşirilen bilgiler çerçevesinde oluşturulan “akıl eleştirisi” İslam düşünce kavramının göz ardı edilmesine sebebiyet vermiştir. Örneğin batılı akletme biçimini sürekli eleştiren sosyal teorisyenlerden birinin 70’li yılların sonunda Seyyid kutub’un İslam Düşüncesi kitabını okuduğunda bu kitabı oldukça rasyonel bulmuş olması manidardır. Kutup ise temelde İslam’ın Batı emperyalizmi ile bir kültür savaşı içinde bulunduğunu ve son kertede gerek kapitalizm, gerekse komünizm olarak tanımlansın modernleşme ya da gelişmenin nihai sonucu ya da amacının ahlaki ve kültürel düzlemde İslam dünyasının maddi açıdan kolonileştirilmesi sürecinin tamamlanması olduğu konusunda oldukça temelli bir yaklaşım sahibidir. O, modern cahiliye ortamında İslam’ın yeniden gündeme gelerek ve bir dünya görüşü olarak benimsenmesi durumunda Batı’nın egemenliğinin, Batı kültürünün ve Batı’nın Müslümanlara empoze edeceği kimliğin ortadan kaybolup gideceğini düşünmektedir. 

Müslümanların içinde bulunduğu kötü maddi koşulların daha fazla Batılılaşma çabaları ile değil, aksine öze dönüş çabaları ile düzeltilmesi mümkün olduğu için, İslami düşünüşün temel niteliklerinin ortaya çıkarılması ve açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. İşte bu nedenledir ki Seyyid Kutup değişik yazılarında İslam’ı; pratik, gerçekçi, yaşamla ve dünya ile doğrudan ilgili bir din olarak tanımlamış, bu çerçevedeki düşünsel eylemleri spesifik ve entellektüel uğraş olmaktan çıkarmıştır. Bu noktada Binder şunları ifade eder: “Seyyid kutub, İslam’ı aynı zamanda dinamizm, hareket, değişim, gelişme hatta zaman zaman türlü aşamalar tarafından karakterize edilen bir din olarak da tanımlıyor. Seyyid Kutub’un, dinamizm ve değişimi, somut gerçeklik, varoluş ve pratik meselelerle bağlantılı olarak ele aldığı kuşku götürmez bir gerçektir. Burada hem değişim, hem de varoluşsal gerçeklik düşüncesini en iyi açıklayacak kavramın praksis kavramı olduğu ileri sürülebilir. Evet burada kullanılacak en iyi kavram praksis kavramı olabilir; ancak bu kavramın kendisi, değişimin kaynağının tarihsel veya tesadüfi ya da doğal varoluş biçimi koşullarında bulunduğuna işaret eder. Oysa Kutup, kendi önerdiği İslami praksis’in yasalarının, maddi dünyada değil, aksine İslami düşüncenin (tasavvur) ya da İslami yol’un dünyevi bir şekilde yorumlanması ya da dünyaya uyarlanmasında ortaya çıkacağını ileri sürüyor.” (1988;286)

Seyyid Kutub’un edebi ve düşünsel mirası çok önemli yankılara yol açmış ve etkili olmuştur. Dahası Seyyid Kutub’un mirası üzerinde olumlu olumsuz pek çok yazının yazılmış olması onun, fikirleri ile önemli etki bıraktığını gösteren pek çok göstergeden ya da kanıttan biridir. Türkçe polemik literatüründeki bu yazıların çoğunluğunun -özellikle de muhafazakar kesimlerin Seyyid Kutub’un önemini azaltmayı amaçlayan- suçlayıcı kurnazlık girişimlerinin bir sonucu olsa bile, yine de belli bir dereceye kadar da olsa Seyyid Kutub’un önemini tersinden ortaya koyduğu söylenebilir.

İsmet Özel’in 21-22 Aralık 1996’da düzenlenen Şehadetinin 30. yılında Seyyid Kutub Sempozyumu’nda sunduğu bildiri, Türkçe’de üzerinde durulması gerektiğini düşündüğüm birkaç yazıdan biri olması nedeniyle oldukça önemlidir. İsmet Özel’in bildiri konusunun başlığı “Bir düşünür olarak Seyyid Kutub” başlığını taşımaktadır. Özel daha sonra katıldığı pek çok sempozyumda olduğu gibi dinleyicilere önce konusu dışında açıklamalar yapmakta ve sunum konusunun aslında Seyyid Kutub’u anlamak için yeterli kapsamı sunmadığını ifade etmektedir: “Efendim, ben burada, programda yazıldığına göre bir düşünür olarak Seyyid Kutup üzerine konuşacağım. Kutuba bir düşünür demek ne kadar doğru olur, bu konuda kafamda şüpheler var. Şehit vasfı taşıyan bir insana bir de düşünürlük eklemek yerinde olur mu acaba, bu düşünür olma meselesini bir artı vasıf gibi görmek yerinde olur mu, bana göre olmaz.”[1] (Özel, 1996:59, 2008:214)

Islahat ve tecdit kavramları adı altında her dönem mevcut din anlayışındaki değişiklikleri temel kaynakları merkeze alarak yorumlayan Müslüman düşünürler, düşünme eylemini hayattan kopuk zihni bir spekülasyon olarak algılamamışlardır. Yanlış uygulamalara, kalıplara itiraz ederek özgün ve özgül çözümler bulmaya çalışmışlardır. İsmet Özel konuşmasının devamında epistemik temelli bir değerlendirme içine girerek Foucault’da ve Edward Said’de olduğu gibi bilgi ve iktidar bağıntısına dikkat çeker. Kutub’un bu noktada Batılı bilgi ve iktidar anlayışının, araçsalcı doğasının dışına çıkarak ama rakip bir bilgi kodu önermeksizin bir idiaa olmaktan ziyade yaşamı/nı ortaya koyması nedeniyle farklılaştığını ve düşünür olma vasfını üzerine aldığını düşünür: “Birinci meselemiz, bilgi ve iktidar bağlantısı içinde ele alınarak dile getirilebilir. Belli bir toplum kendi akli alıştırmalarını belli bir forma ulaştırarak, başka toplumları denetleyecek bir güç elde edebilir. Bizim, ideolojik olarak çoğu kez, işte: Batı medeniyeti hakimiyeti dediğimiz şeyin, işin silahlarla ilgili olan kısmının ötesindeki kısmı buna ilişkindir.

Yani tarihi süreci ayrıca ele alınabilecek bir Batı medeniyet anlayışı, bu anlayışın doğduğu fikri çerçeve, bu medeniyetin dışında kalan toplumları kontrol etmek, denetlemek üzere  harekete geçer ve bu bilginin bir iktidar unsuru, bir iktidar aracı olmasını temin eder. Seyyid 

Kutub’un bir düşünür olarak yeri bize işte bu kontrol mekanizmasının dışına çıkma fırsatı verdiği noktada başlar.

Müslüman camiaının kendi tariflerini ve kendi tasvirlerini, yani kendisi hakkındaki tarifleri ve kendisini tasvir edişini, kendi mensup olduğu ve eli altında tuttuğu bir güç alanından yapmakla bu kontrol mekanizmasının, bu kontrol faaliyetinin dışına çıkmış olur. Bu sözlerin daha net anlaşılabilmesi için şunu söyleyeceğim: Seyyid Kutub bize, iktidar peşinde olan bilginin ya da kodlanmış ve iktidar unsuru haline gelmiş olan bilginin karşısına bir rakip bilgi kodu çıkarmıyor. Onun yaptığı şey, Kur’an’ı Kerim’in kendisini bina ettiği, kendisini bir seviyeye ulaştırdığı görüşünden hareketle, bir varoluş meselesini bu kontrol mekanizmasına karşı koyuyor. Yani bir iddia olmaktan çok, bir hayat olarak Seyyid Kutub bir düşünür vasfını kazanmış oluyor. “(Özel, 1996: 60, 2008:215) Elbette doğru yönleri var bu değerlendirmelerin. Kutub’a göre teori ve pratik yani iman ve amel ayrımı, politikacıların, ulemanın, oryantalistlerin, modernistlerin ve diğerlerinin İslam’ı Batılı liberal kültüre dönüştürmek için savunmacı safsatayı benimsemelerine ve ortaya koydukları eserlerine uyarlamalarına izin vermişti. Kutub’un bu kültürel işgal ve kimlik kaybı tehdidine karşı önerdiği çözüm, İsmet Özel’in “kontrol mekanizması dışına çıkma” olarak ifadelendirdiği bir çözümdür. Yani bu dualist yaklaşımı reddetmek ve bunun yerine, Müslümanların bilinçlerini ve varoluşsal koşullarını temel alan tevhidi bir yaklaşım geliştirmektir. İnsan varoluşunun epistemolojik denetim araçları ile değil, ontolojik bütünleşme, yani insan davranışını ya da motivasyonlarını (insan da dahil) tüm yaratılmışların doğası ile işbirliği içine girdirerek bir araya getirme yoluyla gerçekleştirilebileceğini ileri sürüyor Kutup. İnsanın doğaya karşı yabancılaşmasını önleyecek olan araç, bilgi değil, inanç ya da iman’dır. Seyyid Kutub bütün bir entelektüel yaşamı boyunca, donuk bir İslam inancı kavramından çok, hayatla bağları’nı koparmayan bir İslam inancının oluşumunu öncelemiş ve devletin araçsalcı kontrolü karşısında dize gelmeyerek, geleneksel ve dini elit kesime de boyun eğmeyen bir anlayış içinde olduğunu gösteren pek çok kanıta sahibiz. Bu bağlamda onu daha geniş kapsamlı bir İslami düşünce anlayışını yansıtan biri olarak görebiliriz.

Kutub’un hayatı bakımından, düşünür vasfını kazanması Kur’an’ı bir ‘etüt kitabı’ olmaktan öte emir alınacak bir hayat kitabı olarak görmesi ile yakından ilgilidir. Kutup, Batı felsefesinin ortaya koyduğu bakış açılarının İslam’ı yorumlamak ve anlamak için yetersiz olduğunu, akılların çeşitliliğine vurgu yapmış ve felsefe noktasında çekinceli bir tavır ortaya koymuştur. Hiç çekinmeden İslam felsefesinin olmadığını, bunun da bir eksiklik olarak algılanmaması gerektiğine vurgu yapmıştır. İslam felsefesi noktasındaki bu yaklaşımları olaylı olarak Necip fazıl’da Metin Önal Mengüşoğlun’da ve Hayrettin Karaman’da da süreklilik kazanan bir unsur olarak varlığını sürdürür. Hayata, harekete yaptığı vurgular nedeniyle de kimi zaman eleştirdiği Muhammed İkbal’in hareket/devingenlik düşüncesi arasında paralellikler söz konusudur. (Kutup,19767:278vd, Binder;1988, 316) Onun nazarında İslami düşünüşle, kavrayışla ve ameli boyut ya da İslami praksis arasında boşluk oluştuğunda ortaya çıkan durum cahiliyedir. 

İsmet Özel’in Batının başka toplumları denetlemek amacıyla yaptığı bilgi üretimi ile Batı iktidarı arasında kurduğu koşutluk doğru olmakla birlikte, Seyyid Kutub’un rakip bir bilgi kodu çıkarmadığı yönündeki yaklaşımı biraz zorlamadır. Çünkü bir şeye alternatif önermek, siz onu rakip bir bilgi kodu olarak sunmasanız bile toplumda bu şekilde algılanacaktır. Kutup beşeri araçsal bilgi kodları karşısına vahyi bilginin hayat verici epistemolojisini koymuştur. Öte yandan var olan kültürel ve fikri yozlaşmanın çözümü noktasında Seyyid Kutub bize iki şey önerir. Hem Batın’ın elinde tuttuğu kontrol mekanizmalarının dışına çıkma gereği hem de içe dönük eleştirel bir yüzleşmeye hatta epistemik kopma.

Seyyid Kutub’un epistemik kopmasının ne ile alakalı olduğu konusunda İsmet Özel kendi düşünceleri ve mesleki formasyonundan hareketle bir açıklama getirir. Pozitivist ruhun aşırılıklarından epistemik bir sıçrama yapmasını, onun sanat ve edebiyatla yakından ilgili oluşu ile gerekçelendirir. Yabana atılacak bir yaklaşım değildir bu. Çünkü Kutub, Kur’an’da  Edebi Tasvir kitabında sanatsal dışavurumun Kur’an’da kullanılan başlıca ifade biçimi ve yasaları uygulamaya koyma çabaları dışında izlenen temel ilke olduğunu ileri sürer. Dolayısıyla Kur’an’ın sanatsal kısımları, doğası ve amacı bakımından geri kalan diğer kısımlarından temelde ayrı olarak ele alınmaz. İsmet Özel sanat ile Kutub söylemi arasındaki bağıntı noktasında şunları ifade eder: “Seyyid Kutub’un düşünür olarak yerini tespit ederken onun, bilgiye varmada edebiyatın ve dolayısıyla sanat disiplinlerinin yerini doğru tespit olması, daha doğrusu onların yerini önemsemiş olması göz önüne alınmalıdır. Yani pozitivist önyargılardan kurtulmada Seyyid Kutub’un düşünür olarak yeri onun edebi kişiliği ile bağlantılıdır. Bilgi ve sanat bağlantısını kurmuş olması, Seyyid Kutubu diğer başka düşünürlerden ayrı bir yere getirir. Ama bütün bunlar, sıradan diyebileceğimiz bir Müslümanın, Seyyid Kutub’a ulaşmasını sağladığı için önemli, Seyyid Kutub’un onlara ulaşmasını sağladığı için önemlidir. 

Bilginin sadece kültürler arasında bir iktidar aracı, bir dayatmacı unsur olması değil, aynı zamanda bilginin fertler arası bir dayatma aracı unsur olmaktan çıkması, Seyyid Kutub’un nasıl bir düşünür olduğunu bize gösterir. (Özel,1996:61, 2008:216 – 17) Özel’in vardığı böylesi bir sonuç Seyyid Kutub’un düşüncesinin anlaşılması bakımından son derece önemlidir. Seyyid Kutub’un kitaplarında kullandığı dilin, tıpkı coşkulu, insana büyük bir haz ve iştiyak veren Kur’an’ın diline ne kadar yakın olduğuna dikkatimizi çeken Leonard Binder’in yaklaşımlarına da yakın tespittir bu. Dolayısıyla sanatsal ifade yöntemi, onda sadece bir “araç” değil mesajının özünü de ifade eden bir hadisedir.

Onun geleneksel tefsir anlayışından farklı bir tefsir anlayışı ortaya koyması, hayattan kopuk parçacı fıkıh anlayışına dönük eleştirileri, kelami söylemi eleştirmesi yanında özel olarak tasavvufi bir söylem geliştirmemiş olmasının da hayatın dinamiklerini esas alan bir düşünür oluşu ile yakından ilgili olduğunu bize gösterdiğini ifade eden Özel, Kutub’un büyük bir tanınırlığa ulaşmasının nedeni olarak sadece onun şehadetini görmez. Onun düşüncelerinin yaygınlaşmasının nedeni oldukça yalın, saydam ve diri bir söylem geliştirmesidir: ”yazdıkları ile temas eden sıradan Müslümanların, kendi dillerinden konuştuğunu fark edişi ile böyle büyük bir yaygınlığa ulaşmıştır.” (Özel, 1996:62)

Düşüncesinin genel özelliklerine bakıldığında Kutub’un, İslamın anlaşılmasına büyük önem atfettiği bundan dolayı da yanlış anlamalara sebep olan söylemlerden ya da ihtisas alanlarından bilinçli bir uzaklık sergilediği görülecektir. İçine başka felsefelerin karıştırılmadığı temel kaynağa dönüşüm gerekliliği ve düşünce ile eylemin ayrılmazlığı onun düşüncesinin temellerini oluşturur.

KİTABİYAT 

UYANIK, Mevlüt (2005) “Çağdaş İslam Düşüncesi” Felsefe Ansiklopedisi, Ed. Ahmet Cevizci, İstanbul: Ebabil Yayınları, Cilt:3) STEPANİNANTS, Maritta (2005) ” Çağdaş İslam Düşüncesi” Ed. Ahmet Cevizci, İstanbul: Ebabil Yayınları, Cilt:3),

KARADAŞ Cağfer b(2008) Çağdaş İslâm Düşünürleri, Ensar Neşriyat, İstanbul

SARMIŞ, İbrâhim (1992) bir düşünür olarak Seyyid Kutub, Fecr Yayınları, Ankara

KUTUP, Seyyid (1976) İslâm Düşüncesi, Çeviren: Akif Nuri, Çığır Yayınları, İstanbul

KUTUP, Seyyid (1988) İslam Düşüncesi 2, Çev: Beşir Eryarsoy, İşaret Yayınları İstanbul

ÖZEL, İsmet (1996) Bir düşünür olarak Seyyid kutup (Şehadetinin 30. Yılında Seyyid kutup Sempozyumu 21-22 Aralık 1996/ Bildiriler, İrfan Vakfı Yayınları, Yayına hazırlayan Prf. Dr. Ahmet Ağırakça)

ÖZEL, İsmet (2008) Toparlanın Gitmiyoruz 1, Hazırlayan: Osman Özbahçe, Ebabil Yayınları, Ankara

BİNDER, Leonard(1988) Liberal Islam, Çev: Yusuf Kaplan, Rey Yayıncılık, Kayseri


[1]  İsmet Özel’in düşünür ve şehitlik arasına ördüğü anlaşılmaz duvarın yanlışlığını ortaya koyması bakımından William R. Polk’un şu açıklamalarına kulak vermek gerekiyor: “Şehit”  kelimesi ş-h-d köküne dayanır. Kök fiil “tanıklık etme” anlamındaki şehadet’tir. Bir kişinin tanıklık için yemin etmesine şehadet denir. İslam dinine inancı teyit için de yemin edilir ve bu amaçla “Eşhedü enla ilahe illallah…”  (Tanıklık ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur…) diye başlayan kelime-i şehadet getirilir. Buradan böyle bir tanıklığın ya da ikrarın sonuçlarına katlanma, yani bunun uğruna ölme anlamındaki şehadet kavramı doğar.  Basındaki nitelendirme ile intihar bombacısı, yani şehadet peşinde koşan kişi anlamındaki müştehid işte bu incelikli düşünce ve duygu silsilesine dayanır. Müslüman kişi için, bunun İngilizce kelimelerin aktardığı yüz karası durumla hiç ilgisi yoktur. Allah’a iman getirdiğini yeminle bildiren birinin giriştiği bir eylem haliyle yüce bir eylemdir”. (William R. Polk Irak’ı anlamak çev:Nurettin Elhüseyni NTV Yayınları, 2005)

Bunları da sevebilirsiniz