Ferhat Çiftçi-
Kavramların insanların anlam dünyalarında oldukça önemli bir yere sahip olduğu malumdur. Hiçbir din ve ideoloji yoktur ki kendine ait bir kavramlar bütününe sahip olmasın. Kişiler, tarihte vuku bulmuş kimi olaylar ve bunlarla birlikte zihinleri meşgul eden mevzular da tıpkı kavramlar gibi önemli yapı taşları olarak bahse konu olur. Bu şekilde bir düşüncenin terminolojisi, barındırdığı yaklaşım tarzı ve çeşitli yöntemleri karşımıza muayyen yapıları çıkarır. Her ne kadar farklı düşünceler arasında benzerlikler söz konusu edilebilse de ayrışan boyutların dokuyu ve rengi sağlamada etkisi tartışmasızdır. Nitekim düşünsel yönelimlerde ve farklı hayat tarzlarında takipçileri ve sahiplenicileri “biz” kavramı etrafında toplayan birtakım motivasyon unsurlarının olduğu açıktır. Ya da muhataba “ben” şeklinde yöneltilmiş bir ifadede kişinin vurgulamak istediği aktif bir öznenin varlığını görmemek elde değildir. Bu yüzden sahiplenilen kavramların kişiler ve toplumlar için hem toparlayıcı hem de belirleyici özellikler göstermesi tabiî bir durumdur. Sanırım kimlik kavramı da bu minvalde kişisel ve toplumsal boyutları olan bir motivasyon unsuru olarak değerlendirilebilir. Motivasyon unsuru olarak görülen kimlik kavramına çeşitli zaviyelerden bakılabilir. Olumlu veya olumsuz bakış açılarıyla kavrama dair çeşitlemeler yapmak mümkündür. Neticede hayat içerisinde sıklıkla kullanılan bir kavramdan bahsedilmektedir. Aynı şekilde kavramın kullanıldığı bağlam da ona yaklaşma biçiminde belirleyicidir. Örneğin modern zamanlarda edinilen seküler yaşam tarzına bağlı olarak görünüm kazanan sayısız kimlik biçimlerinden bahsedilirken, zihinlere genellikle kimi olumsuzluklar üşüşmektedir. Fakat kavram, ilahi eksende insanoğlunu diğer varlıklardan ve canlılardan ayıran üstün özellikler bağlamında düşünüldüğünde ise çok daha farklı bir anlama denk düşmektedir. Şüphesiz ölçeği genişleterek veya örnekleri çoğaltarak kavramın açımlanmasında daha bir yol alınabilir, ama kimlik kavramının birçok hususta olduğu gibi modern zamanlarda bir sorunsal olarak karmaşık uçlar verdiğini söylemek mümkündür. Aslında mevzu, doğal bir yapı arz eden kimliklerin çeşitliliği veya farklılığının tespitiyle ilgili değildir. Daha çok söz konusu edilmesi ve tartışılması gereken bu motivasyon unsurlarının buluşma ve çatışma zeminlerine dair doğru belirlemelerde bulunulabilmesidir. Çünkü karşıt kutuplar, ara renkler ve değişen tonların varlığı bir realiteye sahiptir. Önemli olan ise bunu, vahyi çerçevenin ilettiği şekilde bir “tanışma” vesilesi kılmak ile “çatışma ve sakınma” unsuru olarak görmenin ne anlama geldiğidir. İslami çerçevede insan, toplum ve tabiata ait doğal unsurların bir problem olarak telakki edilmesi söz konusu edilemez. Çünkü yaratılışın varlık âleminde bir gaye çerçevesinde gerçekleştiğini düşünmek icap eder. Mutlak varlık olarak görülen Allah’ın kişi ve toplumları varlık sahnesine taşımasında bu nedenle kurgusal bir boşluktan bahsedilmesi uygun değildir. Fakat Allah tarafından insana verilmiş “emanet” kavramının bir sorumluluk ve koruyuculuk gerektirdiği bilinmektedir. İmtihan kavramı etrafında ise belirleyici olan “kulluk”un yerine getirilip getirilmemesinin bir karşılığı olduğu birçok defa hatırlatılmaktadır. Tüm bunların muhafaza edilmesi, gözetilmesi gereken değerler hususunda Müslüman kişiliği bağlayan çeşitli boyutları bulunmaktadır. Bu açıdan bir İslami kimlikten bahsedilecek olunduğunda, vahyi çerçevede kişilerin yapmakla ve uzak durmakla emrolunduğu bütün hususların bir anlam taşıdığını söylemek yerinde olur. Yani kişinin iyi ve kötü arasında yaptığı tercih, bir nevi kimliğidir. Yaptığı tercih, cinsiyet ve etnik yapı gibi doğal unsurlar dışında kendisinin belirleyeceği bir şey olduğu için de sorumlulukla birlikte anılması oldukça makuldür. Dolayısıyla kimlik kavramına, henüz karmaşık bir yapı göstermeden evvel vahyi temelde insan ve sorumluluğu bağlamında olumlu yaklaşmak gerekir. Yani Müslüman kimdir? Sorusunun karşılığı olarak belirsiz ya da nötr bir yapıdan bahsetmenin mümkün olmadığının bilinmesi yerindedir. Var olan temsil biçimlerinin taşıdığı problemler ise bir gerçeklik olarak değerlendirilip bu durumda iyileştirici bir pozisyon alınması elzemdir. Çünkü tercihe bağlı bir kimlik, diğer doğal kimlikler gibi verili olmayıp süreklilik arz etme konusunda irade gösterme ve emek vermeye bağlıdır. Söz konusu kimliğin taşıdığı kıymet ve meşruiyetin mantığı da buraya dayanmaktadır.
İslami kimlikten bahsedildiğinde şüphesiz sabiteler ve değişkenler çerçevesinde yol tutmak icap eder. Sabitelerden ayrılmamak ve onlar üzerinden değişkenlikleri gözetmek hayati bir role sahiptir. Nitekim bir değerin canlılık gösterecek bir pozisyonda olmaması, ona anlam yüklemenin veya onu ilişkisel bir planda değerlendirmenin önüne alacak riskler taşıdığı bilinmelidir. Her ne kadar birsabiteden bahsedilse de belirleyici bir etki göstermenin söz konusu değerin dinamik bir yapıda olduğunu gösterir. Bu durum, asli yapının değişkenlikleri eritecek bir nitelikte olmasıyla açıklanmalıdır. Bu anlamda asli olanın ilkeler olduğu fakat değişimin ise zorunluluk arz ettiği ifade edilmelidir. İslami sabitelerin kültürel formlar karşısındaki konumu da sanırım bu şekildedir. Çünkü kültürün yaşam tarzı olarak hem mekâna hem de doğal unsur olarak görülen insan topluluklarının farklılıklarına bağlı bir değişkenlik gösterdiği bilinmektedir. Bu değişkenliğin insanın yaşamsal unsurlarıyla şekillendiği ve somut bir hal aldığı açıktır. Neticede tevhid ve adalet ekseninde herhangi bir değişimin olması beklenemez, fakat İslami kimliğin bu iki genel değer doğrultusunda ortaya koyacağı çaba kimi zaman söz konusu kültürel formlarla uyuşmazlık gösterebilir. Nitekim tarihte kültürün bir realite olarak vahye baskın geldiği ve zamanla onun değişimine sebebiyet verdiği malumdur. Bu nedenle kültürel formların kabullenebilir değişkenler çerçevesinde vahiyden önce yani sabitelerden evvel değerlendirilmesi doğru değildir. Bunu kabullenmek, kültürün yadsınması veya vahiyle çatışma içinde düşünülmesi anlamına gelmez. Fakat insan ve toplumların yanılacağı ve vahyi perspektif aleyhine bir yaşam tarzını zamanla edineceği bir gerçek olduğuna göre İslami kimliğin sabiteler etrafında hem bir korunma hem de bir ihya durumuna işaret ettiğini söylemek mümkündür.
Şüphesiz İslami kimliğe dair temel bir değini olarak teorik bir bütüne sığınmak hem anlamlı hem de gereklidir. Teorinin boşluk tanımaz bir çerçeve içinde sunulması, nihayetinde bir söylemin gerekli koşulu olarak anlaşılmalıdır. Fakat pratiğin çoğu zaman kimi boşluklarla malul bir yapı gösterdiği ve teoriye dair kusursuz zannedilen havayı dağıttığı bir gerçektir. Bu nedenle temsil edilene değil de temsil edilenlere yöneltilen suçlamalar yerindedir, fakat bunun bir yere kadar anlam taşıdığının bilinmesinde yarar vardır. Çünkü zamanın getirmiş olduğu problemler, İslami kimliğin güçlü birşekilde savunusunu yapmak konusunda artık tespit düzeyinin aşılmasını ve somut çareler sunulmasını gerektirmektedir. Şüphesiz tespitlerin de tamamen doğru yapıldığı veya çeşitli odaklar tarafından mutabık kalınan bir çerçevenin oluştuğunu söylemek doğru değildir. Ama bilinen şudur ki başlangıçta ortaya konulmaya çalışılan ve olumlanan İslami kimliğin yaşanması ve yaşatılması konusunda hemen hemen her bağlamda ve zeminde güçlüklerin olduğudur. Bu güçlüklere rağmen bir şeylerin yapılması gerektiği bir gerçekliktir ve vahyi planda yaşam bulmuş insanların ve ihya olmuş zamanların değerli çabalarla olduğu/olacağı bilinmektedir. Neticede imtihan süreklilik göstermekte ve kazançlar da kayıplar da ona göre bir mümkünlük haliyle karşılanmaktadır. Ama görünen o ki söz sahibi odaklar ve kişiler, bırakın tespit ve çare düzeyini henüz bir niyet düzeyine dahi bulaşamamaktadırlar. İslami kimliğin varlığı ve yokluğu konusunda içinde olunan ciddi durum, maalesef süfli mevzularla geçiştirilmektedir. Dikkat edilirse uzun zamandır kimi şahsiyetler ve mevzular ekseninde İslami çabaları ve dikkatleri dağıtacak kısır çatışmaların gündemleri meşgul ettiği görülecektir. Maalesef sağduyulu davranan kimi şahsiyetlerin sesleri de kısılmakta ve meydan görüntülerin efendilerine kalmaktadır. Neticede vahyin doğruladığı şekilde dini bölük pörçük hale getiren yapıların ve aktörlerin İslami bir kimlikte buluşmaları da muhtemel olmaktan çıkmaktadır. Mevzuya bir de kolay ve zor zamanlar bağlamında yaklaşılabilir. Çünkü İslami kimliğin zor zamanlarda sahipliğini yapmanın çeşitli bedeller gerektirdiği bilinmektedir. Bunun için ciddi direnç unsurlarına ve abide kişiliklere ihtiyaç vardır. Kolay zamanların sıkıntısı ise aldatıcı görüntülere kapılarak kimliğin yaşatıldığının zannedilmesinde açığa çıkmaktadır. Birinde kırıma uğrayan kimlik, diğerinde aşınma tehlikesi ile karşı karşıyadır ve bu ikili risk, bizlere her türlü zamanda ve zeminde İslami kimliğin temsiliyetinde mukavemet gösterilmesi gerektiğini bildirmektedir. Şüphesiz Allah’ın yardımı geçmişte olduğu gibi bugün de Müslümanlar için söz konusudur ve bun- da ümitsizliğe kapılmak doğru değildir. Fakat başından beri savunulduğu üzere Müslüman kişiliklerin ve toplumların kim oldukları konusunda sorularını da cevaplarını da her daim canlı tutması icap etmektedir. Bu konuda gösterilmeyen çabaların Allah dışındaki varlıklara ve güçlere teslimiyeti beraberinde getireceği ve buna bağlı olarak İslami kimliğe dair umutları tüketeceği aşikârdır. Bu konuda “bulmak için yitirmek” gerektiği bir klişe olarak ileri sürülebilir, fakat genel görünümün kaybetme sancısının çok da yaşanmadığını kanıtlayacak bir rutine sahip olduğu dile getirilebilir. Son olarak daha somut belirlemeler yapılması için Müslümanların her türlü ayrılık zeminini sonlandıracak kimi buluşmalar içinde olmasının gerekliliği dile getirilmelidir. Bu fikri bir birliktelik için öncelikle şeffaf bir iletişim sürecini gerekli kılmaktadır. Şüphesiz bu durum, ön kabullerin gözden geçirilmesi ve söz konusu edilen sabitelerin merkeze alınmasıyla ilgilidir. İmkân ve rahmet unsurlarının ifsad ve ayrılıklara sebebiyet verecek şekilde işlevsiz kılınması, nasıl bir ters yüz edilme yaşandığını gözler önüne sermektedir. Sıklıkla dile getirildiği üzere değişimin gerçekleşmesi için öncelikle toplumların içinde olanı değiştirerek işe koyulması gerekmektedir. Kendisine bir faydası olmayanların başkalarına yardım etmesi veya çıkış kapısını göstermesi imkânsızdır. Bu açıdan İslami kimliğin hem içsel hem dışsal boyutlara sahip olduğu ve tepeden tırnağa bir tutarlılıkla kendini göstereceği unutulmamalıdır. Tarihsel, vahyi planda hem bireysel hem de toplumsal anlamda İslami kimliğin kendini doğru bir şekilde ortaya koyduğu örneklerin olduğu tartışmasızdır. Dolayısıyla bugün de İslami kimlik çabaları, mazeretsiz bir şekilde koşulları gözeterek kendini ortaya koymakla mükelleftir.