Röportaj: Haluk Polat – Mustafa Gök
Kimlik, aynı olmak mı yoksa farklı olmak mı? Ne kadar bana dair ne kadar ötekine dair? Siyasal arenada çokça istismar edilen bir kavram olarak kimlik aslında nedir? Modern zamanlarda ki anlamıyla tarihte benzer bir kimlik problemi yok diyoruz peki, sorun nerede başlıyor ve nerede bitmeli? Bir ulus devlet içerisinde Müslüman kimlik nasıl tanımlanır? Bizi ve bizden olanı veya bizden olmayanı tanımlamanın bu kadar zor ve girift olduğu bir dönemde kimlikler nereden başlayıp nerede biter? Bütün bu sorulara ve dahasına cevap aradığımız mevcut sayımızda amacımız kimliği ve kimliğimizi yeniden düşünmek olacaktır. Sosyoloji profesörü Mustafa Aydın ile kimliği ve kimliğimizi konuştuğumuz röportajımızla sizleri baş başa bırakıyoruz.
Doğulu veya Batılı, Kürt veya Türk, Gayri Müslim veya Müslüman olmak, ya da Sünni veya Şii bir kimlik taşımak. Soyut, derin ve önemli bir kavramdan mı bahsediyoruz, yoksa çok bildik bir sorunu mu tartışıyoruz, sizinle böylesi bir konu, kimlik üzerinde konuşmak istiyoruz Hocam!
Kimlik, son zamanların önemli, önemli olduğu kadar da tartışılıp bitirilemeyen sorunlarından birisidir. Onun için de hiç beklenmedik bir zamanda bir tartışmanın başlayıvermesi mukadderdir. Hatırlanacağı üzere 2005 yılında Başbakan Sayın R. T. Erdoğan’ın ülkenin bir kesiminin siyasal sorunlarının çözümüyle ilgili olarak “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı bir üst kimlik; Türk, Kürt, vb birer alt kimliktirler.” şeklindeki açıklamalarıyla yoğun bir tartışma dönemi yaşanmıştı. Ulusalcı çizgideki yazarların (bu arada ana muhalefet partisi liderinin) dediği şey ise “Türk bir üst kimliktir, onu bir alt kimlik yerine koyamazsınız, esasen toplumumuzun bir kimlik sorunu yok, bu sorun çoktan çözülüp bitmiştir.” cümlelerinde özetlenebilecek bir söylemi seslendirmişlerdi.
Ne var ki bütünüyle gerçekçi olmayan ve sorunları da çözmeye yetmeyen bu yaklaşım, görüşünü garip bir içerik, eda ve üslupla anlatagelmiştir. Mesela bu tartışmada bir grup aklı evvel, “Başbakan, kurmayı kafaya koyduğu şeriat devletinin kimliğini belirlemeye çalışmaktadır.” bile demişlerdi. Bu arada İslâm’ın (kimlikten öte) toplumun bir birleştirici harcı olduğunun ifade edilmesi bu çevreleri çileden çıkarmaktadır. En ciddi konular üzerine yapılan bu tür tartışmalar, mevcut hükümete ve özellikle İslam’a duyulan muhalefetle sarıp sarmalanmaktadır. Dolayısıyla da genel geçer bilimsel ve mantıksal muhakemeye dayanmamaktadır. Hâlbuki kimlik sorunlarını tartışmak için doğru bir bilgiye ihtiyaç vardır.
Hocam o zaman konuya “kimlik nedir” sorusuyla başlayalım. Nedir kimlik, onu nasıl tanırız ve tanımlayabiliriz?
Kısaca kimlik, sosyal kişi grup ve örgütlerin üzerine iliştirilmiş ve kim olduğunu niteleyen bir sosyal etiket ve etiketleme işlemidir. Kimlik, varlığın özüne ilişkin değil, öncelikle dıştan görünümüne ait bir iştir. Dışa ait olmasından dolayı da bunda etiket sahibinin bir rollü olduğu kadar, bu etiketlemede dışardan bir başkasının da önemli bir payı bulunmaktadır. Çünkü sosyal varlığın kendisine, onun kabulünün dışında hatta rencide edici kimlikler iliştirilebilmektedir.
Eski dilimizde kimlik, “hüviyet” kelimesi ile karşılanıyordu. Hüviyet, tam da, başkası değil kendisi anlamına geliyordu. Esasen işi şekle indirgemiş modern kültür öncesi anlayışa göre bir varlığın mahiyet ve hüviyet olmak üzere iki yönü vardı. Mahiyet, o varlığın muhtevası, içeriği, özüne ilişkin hali demekti; hüviyet ise görünümü, en temel niteliği ile tanıtımı anlamına geliyordu. Bir de geleneksel kültürlerde hüviyet, sırf niceliksel bir etiketleme değildi. Niteliksel bir tarafı vardı, en temel niteliklerini ifade ediyordu. Mesela Osmanlı’da hüviyet, ulemadan Mehmet Efendi, X mahallesi eşrafından Hacı Ahmet veya esnaftan Hayri ağa ve tabiî bunların bağlı bulunduğu kategorik olgular idi. Yine Türkmen Ali, Kürt Recep, hiçbir üstünlük veya aşağılık ifade etmeden kullanılıyordu. “Ulan Kürt Recep neredesin, kendini özlettin!” dendiğinde bu niteleme hiçbir ayrımcılık ifade etmiyordu. Bunu taşıyan ile ifadesinde kullananın niyetleri birdi. Günümüzde pek önemsenen etnik ve dini kimlikler ya kullanılmıyor ya da şimdiki anlamlarında değildi.
Günümüzde kullanılan ve aidiyeti ifade eden kimlik ise çoğu kere dışarıdan iliştirilen daha yüzeysel bir etiketlemeyi ifade ediyor. Tıpkı marketteki bir zeytin veya peynirin üzerindeki, nerede, ne zaman, hangi kalitede üretildiğini ve fiyatının ne olduğunu gösteren etiket gibi. Marketteki bu peynirin, edilgenliğine bir itirazı yok ama etiketlenen, insan olduğu zaman sorunlar doğmaktadır.
Yani “bugünkü anladığımız mânâda bir kimlik sorunu insanlık tarihi boyunca yoktu. Mevcut anlamıyla kimlik bu modern dönemlerin bir sorunudur” mu demek istiyorsunuz? Buna bağlı olarak kişi ve topluluklar bir kimlik taşımak zorunda mıdırlar, bu hangi ihtiyaca karşılık geliyor?
Her real varlık, tekil bir varlıktır, biriciktir. Yani başkalarından, benzerlerinden bir farkı vardır. Onu tanımak ve ilişki kurabilmek için onu belli özellikleriyle başkalarından ayırabilmemiz gerekir. Bu anlamda genel olarak kimlik bir zorunluluk, bir sosyal gerçektir. Yoksa ilişki kurulan kişi ve grupları tanıma, ilişkilere bir derinlik kazandırma imkânı yoktur. Kur’an’da “Birbirinizle bir ilişki kurabilmeniz için sizi etnik ve kültürel gruplara ayırdık.” buyurulmaktadır. Başkalarının onu nasıl gördüğü önemsiz değil ise de bu ayırıcı ve tanıtıcı fark, kişi veya grubun kendisini ne olarak gördüğünün hilafına olmamalıdır. Esasen sorun da bu dışarıdan iliştirilebilen etiketin, taşıyıcısının kabulünün hilafına olmasıdır. Şüphesiz tarih boyunca kişi ve grupları niteleyici ifadeler kullanılagelmiştir. Bir Çinliler, Hindliler, Romalılar, Kartacalılar, Osmanlılar ve hatta Nesturiler, Yakubiler vb vardır. Ancak bunlar dar anlamda bir etnisiteyi ve hatta başkasının üstünde bir din vurgusunu taşımıyordu.
Daha açık ifade etmek gerekirse dar anlamda kimlik, modern kültürün içkin bireyci anlayışının bir ürünüdür. Belirtildiği üzere daha önceki kimlik benzeri durumlar o varlığın kendini ifade ediyor ama diğerlerinden soyutlamada kullanılmıyordu. Hâlbuki şimdiki kimlik sadece sahibini tanımlamakla kalmıyor, kendini ön plana çıkarabilmek için başkalarını yeniden tanımlayıp etiketlemeyi de getiriyor. Burada bir güç de devreye giriyor ve kurguluyor. Gücün işin içine karışmasının da etkisiyle, kimlikler her zaman yatay düzlemde birbirlerine eşit olarak algılanmıyor, altlı-üstlü bir hâl alıyor. Başat ve alt kimlikler gibi sorunlar doğuyor.
Kimlik nasıl doğar, kendiliğinden mi oluşur, onu kimlik sahipleri kendi iradeleriyle mi oluştururlar yoksa onlar adına birileri mi oluşturur? Yani bir müdahale olur mu, olursa buradan ne gibi sorunlar doğar?
Kimlik belli bir özelliğe dayanır. Öncelikli bir nedeni vardır, etnik bir kimlik etnik olguya, mesleki bir kimlik mesleğe vb dayanır. Ancak çok farklı etkenlerin bileşkesinde oluşur. İçinde bulunduğu kültür, kabullendiği statü, başka kişi ve grupların etkisi bu kimliğin oluşumunda rol oynarlar. Mesela konjonktürde aşağı görülen veya baskı altında tutulan bir etnik kimlik sahibi, bunu ön plana çıkarmayabilir. Veya etkin bir kimliğe sahip kişi, ayrıntıda bir nitelemeyi belirgin kimliği olarak takdim edebilir. Noter olan bir dostum, kendisini ne olarak gördüğü sorusuna; “Ben Trafik Gönüllüleri Derneği Başkanıyım” diye cevap vermekteydi.
Günümüzde kimlikler, sırf taşıyıcı topluluklar tarafından üretilmezler. Dışarıdan başkalarının belirlemesi ve hatta diktesi işe karışabilir. Kişi veya topluluk “Ben X’im” demesine rağmen birileri onu Y olarak görmekte ve hatta bunda ısrar edebilmektedir ki kimlik sorunlarının önemli bir kısmı buradan doğmaktadır. Bu, modern bir tavırdır, yukarıda da bahsedildiği üzere geleneksel toplumlarda asimilasyon gibi mevzii tavırların dışında niteleme, kişi ve grupların kendisi tarafından yapılır, bir başkasına kimlik inşa etmeye kalkışılmazdı. Genel geçer mantığa göre böyle bir hakkının olmamasına rağmen bir başkasına kimlik inşa etmenin ilk bakıştaki gerekçesi kendisini başkalarına göre inşa ve ispat edebilmesidir. Yani başkasını kendine göre tanımlamaktır. Günümüzde topluluklar yalnızca kendini tanıtmayı yeterli bulmamaktadırlar. Onun için de kendi kimliğinin karşısına koyduğu kişi ve gruplar “başkası” olarak derinleştirilmektedir. Tabiî ki bu, aynı zamanda düşman üretmek demektir. Maalesef bu yapay iş, tutum, modern toplumların zorunlu bir ihtiyacı haline getirilmiştir
Kimliğin oluşturulmasında etnisite, meslek, bölge gibi fiziksel etkenlerin yanında din gibi manevi etkenler de kullanılmaktadır. Buradan hareketle içinde bulunduğumuz modern ortamda bazı düşünürler kimliğin bir içkin/modern, bir de aşkın/dinî tipinin olduğunu söylerler. Ancak bir kimlik dinden yararlanarak yapılmış olsa bile günümüzdeki din bağlantılı kimlikler de birer modern olgudurlar. Meselâ Evanjelist ya da Teçoist (radikal Yahudi) kimlikler, sadece dini bir grubu anlatmakla kalmazlar, başkalarını da niteler ve sosyal hayatta kendini ondan ayıracak özellikler inşa ederler. Tabiî buradan da ciddi sorunlar doğar.
Kimliğin herhalde kişisel ve toplumsal gibi tipleri vardır. Hatta bu arada kimliğin farklı türlerinden söz edilebilir?
Tabiî ki pek çok beşeri olgu gibi kimliğin de pek çok çeşidinin olduğundan söz edebiliriz. Bu konu üzerinde çalışan bazı sosyal bilimciler, modern çağlarda kimliğin bazı kereler birbirleriyle de çelişen fiziksel ve dinsel iki kimlik tipinin olduğunu söylemektedirler. Bu tiplemeye göre fiziksel kimlik, etnisite, meslek vb gibi dünyevi etkenlere dayanan kimliklerdir. Manevi kimlik ise din gibi manevi etkenlere bağlı kimliklerdir. Diğer bazı tiplemelere göre ise bireysel-toplumsal, toplumsal-siyasal kimlik türlerine ayrılabilir ki şüphesiz bunların hepsi makûl sınıflamalardır.
Bu çerçevede mesela yüzyıllardan beri var olan diğerlerinden az-çok farklı bir kimlik olduğu gibi toplumun kendince yeniden üretip içselleştirdiği sosyal kimliklerine karşılık ulus-devletin kurgulayıp dayattığı bir siyasal kimlik de vardır. En yaşanan kimlik sorunlarının önemli bir kısmı da buradan doğmaktadır. Toplumca özümsenmemiş ulus-devlet kimlikleri pek çok topluma ciddi sorunlar yaşatmaktadır.
Ancak kanaatimce daha sağlıklı bir kimlik sınıflaması, geleneksel kimlikler ve modern kimlikler (veya aynı anlama gelecek şekilde aşkın ve içkin kimlikler) şeklinde yapılan sınıflamadır. Geleneksel kimlikler aşkın kökenli kimliklerdir. Bir üst kutsal ilkeye bağlıdırlar. Onun için de kendi aralarındaki ilişkiler bu aşkın ilke üzerinden yataydır. Birbirlerine üstünlük taslamazlar. Çünkü genel teamüle göre hepsi aynı yaratanın kullarıdır. Bazı çıkar kavgalarının ötesinde birbirlerinin üzerinde hükümran olmayı, hele ona keyfi bir yer belirlemeyi hedeflemezler. Seküler kimlik üstten/dıştan bir etiketlemedir. Ele aldığı insan topluluğunu istediğince şekillendirilebilecek bir balmumu olarak görür. Hakkına riayet etme yükümlülüğünü duymaz. Günümüzde dini gözüken kimliklerin büyük çoğunluğu da dâhil, hemen pek çok kimlik, modern/seküler kimliklerdir. Mesela Siyonizm, Evanjelizm, Budizm vb din etiketli seküler kimliklerdir. Bir dinin saf biçimlerini ifade etmedikleri gibi bir alanı da sırf doğal haliyle nitelemezler. Mensuplarının lehine olmasının ötesinde birilerinin aleyhine kurgulamalardan çekinmezler. Burada modern dini kimlikler doğal halleriyle Yahudilik, Hıristiyanlık dini olmaktan öte birer ideolojidirler. Esasen kavramların sonlarındaki izmler de bir ideoloji olduklarını gösterir.
Hocam geldiğimiz noktada herhalde kimlik ile ilgili problemler ve dolayısıyla tartışmaların nereden doğduğu sorusu üzerinde konuşabiliriz?
Gerçekten de günümüzde kimlik, çok ve karmaşık bir sorun alanıdır. Modern dönemlerde kimlik olgusunun sorunlarını, buraya kadar yer yer vurguladığımız noktalardan da hareketle şöyle özetleyebiliriz:
Bilindiği üzere aynı birey ve toplum değişik eksenlerde hatta yerine göre birileriyle çelişen farklı kimlikler taşıyabilirler. Mesela kendisiyle ilişkisi bulunan birilerine göre bir erkek kişi, baba, dayı, amca, hoca, koca vb yine aynı bağlamda bir kadın kişi, anne, eş, hala, teyze, hoca, işkadını kimliklerini taşıyabilir. Aynı şekilde bir topluluk Türk, Müslüman, Malatyalı, işçi veya esnaf olabilir. Elbette bunlar arasında bir sorun, farklı nedenlere bağlı olarak bir kimlik sorunu yaşanabilir. Kimlik sorunu birkaç nedene bağlı olarak ortaya çıkar:
1) Bu nedenlerden birisi kişinin taşıdığı farklı kimlikler arasında sağlıklı bir ilişkinin kurulamaması ve dolayısıyla da bir kimlik kargaşasının doğmuş olmasıdır. Aslında doğal olarak kimlikler arasında mutlak bir çelişki yoktur. Sorun, belli şartlarda içeriden ve dışarıdan türetilebilen bir şeydir. Esasen aynı varlığın taşıdığı kimlikler arasındaki söz konusu ilişkinin yatay ve dikey olmak üzere iki düzeyi vardır. Yatay düzey, kimliklerin yan yana var olması, yaşayabilmesidir. Bir kişinin hem baba, hem öğretmen; bir topluluğun da hem Müslüman hem de Türk olmasının genelde bir sorunu yoktur. Ne var ki modern kültür ortamlarında taşınan farklı kimlikler arasında hiyerarşi kurup bunlardan birisini başat kimlik olarak almak, önemli bir sorun haline getirilmiştir. Mesela etnik kimlik mi, yoksa dini kimlik mi (mesela Türklük mü, Müslümanlık mı) üstündür ya da aynı etnik kimlikler arasında hangisi başat hangisi (mesela Türklük mü Kürtlük mü) bir alt kimliktir? Modern soruları tam da bu sorunun kaynağını oluşturur. Bu tür sorular genel olarak faşizan bir yol çizer. Çoğu kere de sağlıklı bir çözümlemenin yerine çatışmacı ve dayatmacı bir yol çıkar. Tabiî bu da toplumlarda gerilim yaratır, yaralayıcı olur. Çoğu kere modern ulus-devlet yapılarının kaderi budur.
2) Bir sosyal varlığın kendisine ters bulduğu bir kimliği taşımaya mecbur edilmesidir. Modern kültür ortamlarında bu durum, bir üst varlığın gücü ve sahip olduğu bazı imtiyazlara dayanarak dışarıdan bir kimlik dayatmasına bağlı olarak ortaya çıkabilir. Mesela birisi kendisini Kürt olarak görüyorken sen Türk’sün demek veya Müslüman iken bu kimliğini görmezlikten gelmek, bu konuda bir başka kimliği kabule zorlamak ve bu çerçevede dayatmalarda bulunmak böylesi bir şeydir. Yani sadeleştirerek söylemek gerekirse sorun daha çok, dışarıdan bir başkasının verdiği kimlikle taşıyıcının kendisinin belirlediği kimliğin birbirini tutmamasıdır.
3) Bu konuda ciddi bir sorun alanı da kimliklerin bir ideoloji olarak kullanılmasıdır. Bir tanımlama ve meşrulaştırma işlevini yerine getirmesi bakımından kimliğin ideoloji ile sıkı bir ilgisi vardır. Yani ideoloji görevi yerine getiren kimlik, egemenlerin nüfuz aracı haline gelmektedir. Tabiî egemenin kimliği de üstündür veya aynı anlamda ideolojisi üstün sayılanın kimliği de üstün olarak görülür. Aslında doğal olarak kimliklerin birbirlerine üstünlük ve aşağılıklarından söz edilemez. Sağlıklı bir ilişki için tüm kimlikler birbirine eşittirler.
Ne var ki bu modern dönemlerde kimlikler taşıyıcılarının hilafına başkaları tarafından bir güç ile yeniden inşa edilebilmektedir. Yani güçlü, rakibine veya düşmanına yeni bir kimlik bulmakta ve kendisiyle mücadele edilecek bir hedef haline getirebilmektedir. Bugün dünyanın jandarmalığına soyunan Amerika, kimlik üretiminde başı çekmekte tipik bir örnektir. Bu çerçevede ona göre Müslüman kişiler veya İslâm toplulukları “ılımlı” değilse bir “radikal/selefi” Müslüman kimliği taşımak zorundadırlar ve kendileriyle mücadele edilmeyi hak etmişlerdir. Bu uydurulmuş kimlik deşifre olup işlevini yitirdikçe yenilenmektedir. ABD, Irak- Suriye hattında toplayıp silahlandırdığı aynı militan kesimlere sırayla el-KAİDE, IŞİD, DAEŞ, vb kimlikleri veregelmiştir. Yine Afganistan’da Mücahid kimlikli güçler işi bitirilip yeniden konumlandırılmak istendiğinde ihtiyaca göre Taliban kimliğini taşıyan bir terör şebekesi haline getirilmiştir.
Bu sosyal kimliğin bireyin inanç ve düşünce dünyası üzerinde bir etkisi var mıdır?
Tabiî vardır. Yapay bile olsa bu kimlikler basit bir niteleme değildirler. İnşada belirgin bir nitelik kazandırılmış, kavramsallaştırılmışlardır. Mesela ılımlı Müslüman nitelemesi aşırılıklardan uzak, orada duran sağlam bir Müslüman olmaktan çok, omurgasız Müslüman anlamına gelmektedir. Yine bu yeni inşada radikal/selefi Müslüman da iyi Müslümanı değil, katı, anarşist bir nitelemeyi ifade etmektedir. Tabiî toplumca üretilmeyen bu kimlikler Müslümanlar arasında yer bulmakta, kendisini bunlardan birisinde konumlandıran Müslümanlar arasında bir çatışma ve gerilim sebebi olmaktadır. Genelde Müslüman olan toplumumuzda özellikle Cumhuriyetin kuruluşundan bu güne bir kimlik ikilemi yaşayagelmiştir. Tarihen Doğu ve Osmanlı ile de pekiştirilmiş bir İslâm kimliğine sahip olan toplumumuzda seküler, etnik içerikli bir Batı kimliği ikame edilmeye çalışılmıştır. Ama bunda başarılı olunamamış, bu gün en ağır biçimiyle yaşamakta olduğumuz sorunlar doğmuştur. Gerçekten de bu konudaki sorunlarımızın önemli bir kısmı ulusal nitelikli bir başat kimlikten doğmuştur.
Bir dini kimlik var mıdır, din-kimlik ilişkisi için neler söyleyebiliriz, bunlar birbirlerini etkiler mi, bu açıdan kendi toplumumuza baktığımızda neler söyleyebiliriz? Bir ‘Müslüman kimlik’ ile ne kastedilmiş olur, bunu nasıl anlamalıyız?
Daha önce de işaret ettiğimiz üzere insanın farklı konumları açısından farklı kimlikleri bulunmaktadır. Etnik, yerel, kültürel, ekonomik, mesleki vb kimlikleri vardır. Burada sorun olan ve asıl üzerinde durulması gereken kimlikler kişisel değil, bir topluluğu ve topluma ait olan sosyalden çok, sosyal/politik kimliklerdir. Dinî kimlik, genelde çıkış noktası din olan kimliktir. Şüphesiz dün olduğu kadar bu gün de dinî kimlikler önemlidir, çünkü dini kimliklerin toplumsal belirleyiciliği fazladır. Bu, genel bir din olabileceği gibi dinin bir mezhebinin o dinin kendine öncelenmiş bir hali de olabilir. Mesela Amerika’da Protestanlık Hıristiyanlığın, İran’da Şiilik Müslümanlığın yerine oynar. Eritre Müslümanları, Myanmar Müslümanları, Amerikan İslam Cemaati, Türkiye Nesturiler cemaati, İran Budistleri örneklerinde olduğu gibi.
Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere modern kültürde, ideoloji örneğinde olduğu gibi kimlik toplumsal bir göstergeye sahip olduğu için çoğu kere saf dini kimliklerden söz etmek zordur. Çünkü bu kimliklerin içeriğinde din kadar toplumsal etkenler yer alır. Dolayısıyla da iş, “bizim İslam’ımız sizinkinden daha iyi, tabiî bizim Müslümanlığımız da sizinkinden daha doğrudur.” “İran veya Türk Müslümanlığı” gibi ifadeler bunun tipik örnekleridir. Bu ulusal etkinin en önemli ayakları millilik ve yerelliktir. Buna göre “Bu toplum tarih boyunca dini en iyi şekilde temsil etmiştir. Bu topraklar iyi dindarlar çıkarmıştır…” Tabiî burada daha doğru bir din anlayışı ve daha sağlam bir dindarın somut bir göstergesi yoktur. Ancak bu temelsiz retorik, ispatlanmayı gerektirmeyecek kadar sağlam görülür. Demek ki dinler bir kimlik belirlediği kadar, kimlikler de kendine uygun din algıları üretir.
Söz konu ettiğimiz sorunlarına rağmen Müslüman kimliği, kendini Müslüman gören kişi ve toplumların temel kimliğidir. Esasen kim kendini ne olarak görüyorsa onun kimliği odur. Başka türlüsünü ulus-devletler bile çözmede başarısız kalmışlardır.
Ulus/devlet deyince aklıma geldi, biraz da ulusal kimlik ve bunun devletle ve dinle ilişkisi üzerinde konuşsak. Yani kimlik-ulus devlet ilişkisi, devletin Müslüman kimlik üzerindeki etkisi üzerinde dursak. Nedir bunların birbiriyle ilişkisi?
Modern kültür ortamlarında en çok öncelenen kimlik tipi ulusal kimliktir. İlk bakışta ulusal kimlik, doğal haliyle bir toplumu niteleyen kimlik gibi gözükmektedir. Hâlbuki gerçek öyle değildir. Günümüzde egemen modern ulus yapılarında ulusla nitelenen kimlik, toplumsal değil, merkezi devletçe belirlenmiş bir siyasal kimliktir. Hatta çoğu kere o ülkede yaşayan geniş bir insan kesiminin hilafına dayatılmış bir kimliktir.
Esasen modern ulusçu kimlik hemen pek çok yerde problem olmuştur. Bilindiği gibi modern ulus yapıları, genel olarak bir bölgedeki etnik unsurlardan birisini öne alıp diğerlerini ona tâbi kılma esası üstüne kurulmuştur. O bölgede yaşayan bütün bir halk bu etnik üst kimlik çerçevesinde var kılınmaya çalışılmış, bu da diğer alt kimlikler açısından sıkıntılar doğurmuştur. Bu durum siyasal yurttaşlık bağlamında bile çözüme kavuşturulamamış, birer bölgeyi esas alan ABD ve Kanada’nın dışında İngiltere ve İspanya gibi ülkelerde bile uzun süre çatışma sebebi olmuştur.
Üst kimlik olarak kabul edilen etnik olgu ne kadar geniş alınmaya ve mesela eşit yurttaşlık statüsü verilmeye çalışılmış olsa da pek çok yerde ırkçı bir tutumdan kurtulamamıştır. Bunun belirgin örneklerinden birisini Cumhuriyet Türkiye’si yaşayagelmiştir. Yakın bir geçmişte değiştirilen ama pratiği süren, anayasanın 66. maddesinin baş kısmında önce tutarlı denebilecek bir biçimde “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” demekle birlikte maddenin son taraftaki cümlelerinde güya vatandaşlığı garantiye almak üzere Türk kimliğini “Türk Ananın ve Türk babanın çocuğu” olarak ifade etmiş ve böylece de itibari genel kimlik, geri dönüşlü olarak bir ırk kimliğine dönüşmüştür. Ve elbette burada da belirtildiği gibi Türk anne ve babadan doğmayan kimse Türk değildir, anası babasının etnisitesi neyse odur.
Böyle olunca da siyasal üst kimlik, genel toplumsal kimlikle de, diğer alt etnik kimliklerle de sorunlu hale gelmiştir. Diğer bir ifadeyle farklı bir bağlamda problem olmayacak Türk kimliği ırkçı bir üst tanımla genel toplumsal kimlikle de sorunlu hale gelmiştir. Vakıa bütün bir toplumca yeterince özümsenememiş bu sorunlu kimliği icat edebilmek için İslâm gibi bir kültürel kimliği, Kürt gibi naif bir etnisite kimliğini görmezlikten gelmiştir. Burada bir problem yoktur demek ise problemin varıp dayanabileceği en yüksek noktadır. Modern inşanın hâli pürmelali budur
Hocam, modernitenin ortaya koyabildiği kimlik budur, bunu anladık. Peki, post modernitenin getirdiği yeni bir şey var mıdır, kimlik sorununun çözümüne bir katkısı oldu mu?
Postmodernite bu tür sorunların çözümüne hiçbir katkıda bulunmamış, aksine daha karmaşık ve dolayısıyla da daha bir çözümsüz hale getirmiştir. Tüm eksikliklerine rağmen modernitenin belli ilkeleri vardı. Düşüncesi kurallara bağlıydı. Eksik de olsa ilgilendiği alana bir katkı sağlayabiliyordu. Postmodernite kaypak bir düşünce, hiçbir şeyi ciddi olarak tartışmaz. Ele alış tarzı da kaypaktır. O, söylediğini bilir. Onun için mesela, İslam terörist bir sistem, tüm Müslümanlar, fiili veya potansiyel teröristtirler. Böylesi aşağılık bir kimliğin ortalama 2 milyar insanla ilgisini tartışamazsınız, ona göre bu böyledir.
Türkiye’de toplumumuzun kimlik sorunu üzerine neler söyleyebilirsiniz? Gerçekten bir kimlik sorunu yaşıyor muyuz? Bir sorun varsa bu sorun nereden kaynaklanıyor?
Günümüzde artık kaçınılmaz olan kimlik, hemen pek çok toplumda az veya çok sorunlara sahiptir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de de hemen her sosyal bilimcinin onayladığı bir kimlik sorunumuz vardır. Bu sorun genel kimlik sorunlarına uygun olarak, kimlikler arasında bir uyum ve hiyerarşi sağlayamamaktan, hatta bazı kimliklerin göz ardı edilmesinden kaynaklanmaktadır.
Daha çok seçkinci ve resmi kabule göre Türk toplumunun yegâne kimliği, bir “modern cumhuriyet” kimliğidir. Böyle bir kimliğimizin olduğunda elbette şüphe yoktur. Ancak bu, dünyada kendini tanımlamaya ve özellikle başkalarından ayırmaya yetmemektedir. Çünkü modernlik de cumhuriyet de toplumumuzun başkalarıyla ortak ama her haliyle kendine özgülüklerin altını çizmeyen bir kimliktir. Hem modern olmak hem de cumhuriyetçi olmak hemen bütüne yakın pek çok toplumu niteleyen bir kimliktir. Bu, kimliklerden bir tanesidir ve diğerleriyle bütünleşmek durumundadır. İşin gerçeği, sosyal kişi, grup ve örgütsel düzeydeki kimlikleri bir kenara bırakırsak, makro düzeyde toplumumuzun iç içe beş kimliğinin olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar, Doğulu kimliği, İslam kimliği, tarihsel Osmanlı kimliği, Türk kimliği ve Batılı kimliğidir.
Bir kere Türkiye, Roma döneminden beri Doğu olarak bilinen bir dünyanın parçasıdır. Bir coğrafî/kültürel farklılık olarak ve kabaca toplumumuzun bir Doğulu kimliği vardır. Biz bazı olumsuz değer yüklemelerinden dolayı yan çizmek istesek de bu inkâr edilemez bir gerçektir. Toplumumuzun bin yılı aşkın bir zamandır, biçimsel olmanın ötesinde bir İslam kimliği vardır ve modern çağlarda gittikçe altı çizilmektedir. Siyaseten göz ardı etsek bile, bir Müslüman olarak İslam dünyasının bir parçasıyız ve başkaları da bizi böyle görmektedir.
Yine Türkiye’nin Müslüman kimliğinin yanında, uzunca bir zaman reddi miras etse de bir tarihsel Osmanlı kimliği vardır. Şüphesiz bu kimlik, Osmanlı’nın saltanat, hilafet gibi artık yok olan ve daha yüzeysel bir siyaset yönüne karşılık, daha derinlerde seyreden ve varlığını koruyan sosyal bir gerçekliktir. Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar başta olmak üzere milli sınırlarımızın dışında kalan pek çok sorun, bu kimlik görmezlikten gelinerek çözülemez. Aslında küresel siyaset de bunun farkındadır. Mesela bu temel veri göz önünde bulundurulmadığı için İsrail ile olan ilişkiler kamu vicdanını rahatlatacak şekilde yürütülememektedir.
Bir de İslam ve Osmanlı’dan soyutlanamayan bir Türk kimliğimiz vardır. Aslında Türk kimliği bazı resmî ve sivil elitlerin kabul ettiği gibi etnik niteliklerden daha kapsamlı bir kimliktir. Bu bir genel kültürel olgudur ve tarihsel-dinî boyutları olan bir nitelemedir. Esasen Batı dünyası 15. yüzyıldan beri bizim için “Türk” kimliğini Osmanlı ve Müslüman kimliklerini kapsayacak şekilde kullanagelmiştir. Bugün ilişkilerinde de Türkiye’ye yalnızca son yüzyılda oluşturulmuş bir ulus gözüyle bakmamaktadırlar.
Nihayet Türkiye’nin kimliklerinden birisi Batı kimliğidir. Yani Türkiye Batı diye bilinen bir sosyal, kültürel dünyanın bir parçasıdır. Türkiye’nin Batı kimliğinin şüphesiz bir tarihsel arka planı vardır, yani bu sürecin başlangıcı yüzyıllar öncesine inmektedir. Öyle ki Türkler bir demografik unsur olarak bir Türkistanlıdan çok Batılıya benzediği gibi, içeriği istenilen düzeylerde doldurulamasa da kurumsal yapıları itibariyle Batılı bir özelliğe sahiptir. Başlangıçta ifade ettiğimiz modern cumhuriyet nitelemesi bu kimliğin bir ifadesidir. Bu kimliği AB gibi entegrasyonlarla geliştirmek istemektedir.
Burada kimlikle ilgili asıl tartışma konusu, halk ve elitler arasında farklı başat kimlik kabulleridir. Elitler Batı ağırlıklı bir kimliğe vurgu yaparken, Müslüman Türk kimliğini, dünyada kendini farklı kılan bir nitelik olarak taşımaktadır. Burada yapılması gerekli iş, başat kimlik tartışmasının ötesinde bu kimlikleri birbirleriyle çatışmasız götürebilmektir. Birileri fazlaca öne çıkarılıp diğerleri dışlanmadığı sürece bu kimlikler aynı anda var olabilirler ve kimlik sorunu önemli çapta çözülmüş olabilir.
Türkiye’de toplum, kültür, siyaset, Müslüman kimliği nasıl etkiliyor? Müslüman kimliğin dikkat etmesi gereken eşikler neler sizce?
Gerçekten de ülkemizde bir kimlik bunalımı yaşanmaktadır, üretilen kimlik yeterince tutmamış, toplumumuzun tüm kesimlerini kapsayacak bir konuma getirilememiştir. Toplumu derinden yaralayan PKK ve terör gibi pek çok sorun buradan kaynaklanmaktadır. Bu sorunların bir kısmı genel toplumsal mensubiyeti kapsamamasından, bir kısmı ise etnik kimlikler arası çelişkilerden, kısacası daha kapsayıcı bir üst kimliğin oluşturulamayışından kaynaklanmaktadır.
Farklı bağlamlarda farklı kimlikleri olmakla birlikte toplumumuzun eksen kültürel kimliği İslâm’dır. Her türlü İslami girişime karşı çıkanlar da tabiî olarak kendilerini bu mensubiyetin içinde görmektedirler. Ama böylesi bir kimliğe de şaşı bakmaktadırlar. Sadece bu durum bile yaşadığımız garabeti anlatmaya yetmektedir. Toplumumuzda yüzde doksan dokuzluk bir başka mensubiyet bağı yoktur. Bunun yüzde birlik istisnası ise kuralı bozmaz.
Ulus kimliği diğer kimliklerle uyumlu hale getirilebilmeli, kapsayıcı olmalıdır. Esasen anayasaya etnik içerikli bir kimliğin yazılması zorunluluğu da yoktur. Bir dönemlerin mutlak ulusçu mantığı dünyanın geldiği noktada anlamını bir hayli yitirmiş bulunuyor. Artık anlaşılmış olmalıdır ki ulusal kimlikler sırf üstten buyurmakla olmuyor veya en azından istenen bir yere oturmuyor. Seçkinci bir yapılanmanın ötesinde toplumsal gerçekliğe denk düştüğü nispette anlam kazanıyor. Toplumsal kimliklerle örtüşen bir siyasal kimliğe ihtiyaç var. Sağlıklı ve kapsamlı bir kimlik oluşumunda İslâm’ın rolü büyüktür. İslâm’la uyum, siyasal kimliğini anlamlı hale getirecek en önemli yoldur. Ne var ki İslâm’ın kaynaştırıcı bir unsur olarak görülmesine bile tahammülü olmayan bir seçkinci kesimle çözüme ulaşmak kolay gözükmüyor. Bu durumda da biz daha pek çok kimlik tartışması yapar, kimliğin sıkboğaz ettiği sorunlarla partallaşırız.