Panoptikon Ve Varolmanın Dayanılmaz Ağırlığı

Kullanıcı: Bugün kendimi pek iyi hissetmiyorum. Siri son bir haftalık nabız, şeker ve kan basıncı kayıtlarımı çıkarır mısın?
Siri: Listelenmiştir.

Vatandaşlık Numaranız: 1234567891011 ve Hes Kodunuz XY-20212223, sistem taranıyor: Borç kaydı yok, adli sicil kaydı temiz, bulaşıcı hastalığı yok, aşıları tamam, bağışıklık sistemi iyi, “iyi, uyumlu, itaatkâr vatandaş” notu 87, güvenli geçiş yapabilirsiniz…

Saat 18:10’da otoparktan asansöre kırmızı pantolon ve gri gömlek giymiş halde binip 4. kattaki …kafeteryaya çıktınız ve 3 kişiyle saat 21:30’da 3 limonata içtiniz, yemek yediniz ve masanıza 4 kez servis açıldı.

Bu ve benzeri örnekler gönüllü ya/ya da gönülsüz olarak her daim gözetim altında olduğumuzun basit ifadeleridir. İktidar mekanizmaları sadece istisna durumları değil günlük yaşamın kendisini önce disiplin etmek için sonra ise güvenlik için düzenli olarak kayıt edip veri toplamaktadır. 21.yüzyılda ve içinde bulunduğumuz pandemi nedeniyle yaşamımızın büyük bir bölümü ve biraz abartılı da olsa rüyalarımızda dahi olmak üzere denetim mekanizmalarının gözetimi ve çoğu zamanda kontrolü altındadır. Ve güvenlik adına bu gözetim/denetim artık bireylerin mahremiyet kavrayışını ve özgürlük anlayışını aşmış bulunmaktadır, her bir birey “zorunlu” gönüllü olarak bu denetime onay vermektedir.

Gözetim, 18. yüzyılda, fizikî sınırların, duvarların, kamu mekânlarının ve şehrin bir kısmını içeren ve düzenin sağlanması için iktidara “güç” kazandıran panoptikonlar aracılığıyla sağlanmaktayken; 21. yüzyılda, Bauman’ın dediği gibi, sınırları olmayan, akışkan ve bireysel düzlemde mikro-panoptikonlar yani akıllı cihazlarla dijital olarak sağlanmaktadır. Artık insanın sadece rasyonelliği değil irrasyonelliği de çeşitli denetim mekanizmalarının, gözetim teknolojilerinin boyunduruğu altındadır. Çünkü modern birey için yeni bilim, teknoloji ve piyasa algısıyla gözetimsiz bir gerçeklik düşünülemez hâle getirilmiştir. Bu süreçleri birlikte ele aldığımızda 21. yüzyılın beşeri bilimcileri Panoptikondan vazgeçmek değil ama onu sınıflandırarak aşan ya da dışarıda bırakan önermeler ve adlandırmalarla yeni tür gözetim/denetim teorileri üzerinde çalışmaktadırlar: Süper-panoptikon, sinoptikon, mikropanoptikon, banoptikon vb. gibi. Biz bu yazıda; “Gözle simgeleşen gözetim teknolojilerinin her ne şekilde olursa olsun gözetimi, denetimi altında varolmak ne demektir?” Sorusunun peşinden gideceğiz. Biraz ütopya ve çokça distopya kurduran varolma pratikleri üzerinde durup 22. yüzyılda varolmanın dayanılmaz ağırlığı hakkında spekülasyonlar üreteceğiz…

Panoptikon ve Gözetim Mantığı

Panoptikon, duvarları ve sınırları olan, gözetleyen ve gözetlenen arasında etik, politik ve ontolojik hiyerarşinin olduğu ve tam anlamıyla mekânda teşekkül olunan davranışın ve dahi arzunun disipline edilmek için denetlendiği bir mekanizmadır. Bentham ve kardeşi tarafından 1785 yılında tasarlanan ve tam anlamıyla bütünlüklü bir gözetim olarak “felsefileştirilen” sistemde gözetleyenin görülmediği ama hissedildiği, varsayıldığı bir düzenek üzerine kuruludur. Gözetleyenin görülmemesi, sanki oradaymış gibi bir iktidar oluşturmasının köklerinde mitik ve teolojik bir kavrayışın olduğunu söyleyebiliriz. Bu tabiî sonra üzerinde duracağımız bir bahs-i diğer olmakla birlikte burada panoptikon mantığını pekiştiren en önemli bilinçaltı imkânıdır. 18. yüzyıldan 20. yüzyıla gelene kadar panoptikon; iktidar açısından kadınların, kölelerin, suçluların, delilerin, işçilerin ve göçmenlerin kısaca aydınlanmacı hümanist özne dışında kalan farklılıkların/ötekilerin sabit, sürekli ve düzenli olarak gözetlendiği bir iktidar aracı olmuştur. Foucault mekân ve birey ilişkisini incelerken panoptikonla karşılaşır ve onu sadece bir denetleme mekanizması olarak değil, aynı zamanda modern toplumun oluşturulmasında en alttan, işçi sınıfından başlayarak yükselen bir disiplin etme aracı olarak yorumlamıştır. Foucault, askeriye, hastane, hapishane gibi mimari yapıları ve günlük yaşam mekânlarını özellikle ev mimarisini incelemiştir. Mekânın bölümlenmesiyle eylemin sınıflandırıldığına dair Marksist algıyı kapitalizmin ve toplumsal yapılanma biçiminin eleştirisi için imkân olarak görmüştür. Bu noktada örneğin, işçi sınıfının evinin işlevsel odalara (yemek odası, ebeveyn odası ve çocuk odası) bölümlenmesini ve kurumlardaki odaların ve ortak kullanım alanlarının sınıflandırılmasını, her bir bireye nerede nasıl davranılacağını öğretmenin yani yeni bir ahlâk biçimini geliştirmenin ve cinselliği denetim altında tutmanın mekânla bağını pek çok eserinde ortaya koymaya çalışmıştır. Şunu ifade edebiliriz ki, sadece işçi sınıfının gündelik yaşamı için değil, askeriye, hapishane, hastane, fabrika ve yatılı okullarda bu panoptikon mantığı, başta cinsellik olmak üzere lidere itaati oluşturan, denetleyen ve sürdüren önemli mekânlardır ve modern Batı’nın nasıl disiplinli bir toplum hâline getirildiğinin göstergeleridir. Çünkü modern Batı için denetleyecek Tanrı’nın kutsal iktidarı, yeryüzünde krallara, sonrasında da ulus toplumun liderlerine ve küresel şirketlerin patronlarına verilmiştir. O nedenle panoptikon ve sonrası değil panoptikon ve dönüşümü dikkate alındığında gözetimin kökleri anlaşılabilir olmaktadır. Bir başka açıdan da panoptikon ne teorik olarak ne de pratik olarak aşılmıştır, hatta sanılanın aksine, teknolojik olarak daha da güçlendirilerek cyborglaşmıştır, her bir bireyin bedenine implant edilmiştir.

Panoptikon’un Dönüşümü

18. yüzyılın Panoptikona dayalı sabit ve duvarlarla çevrili, kapalı mekânlarla sınırlı gözetim anlayışı yerini son derece akışkan, hareketli, sınırları “açık” ve sanal ağlardan oluşan değişken gözetim süreçlerine bırakmıştır. Gözetimin aktörü, nesnesi ve sahnesi 20.yüzyılın ikinci yarısından itibaren ve özellikle iletişim ve ağ teknolojilerinin “çığır açan gelişimiyle” akışkan bir form kazanmıştır. Başka bir ifadeyle, her şeyin sabit ve merkezi olduğu anlayışı form değiştirerek akışın seyrine karıştı ve artık hem “disiplin” hem de gözetim yeni mikro mekânlara ve yeni durumlara katıldı.

21.yüzyılda denetim mekânları artık kamu ve özel olarak sınıflandırıl(a)mamaktadır. Özellikle dijitalleşmeyle birlikte denetim alanları sınır tanımaz bir form kazanmıştır. Bedenlerimize implant edilen ya da giyilen akıllı cihazlardan uydu sistemlerine kadar olan bağlantıyı düşündüğümüzde ne kamusal ne de özel alandan bahsedebiliriz. Coğrafi bilgi sistemleriyle, dijital ağ teknolojisiyle, robotik teknolojileriyle, bilişim ve iletişim teknolojileriyle, uzay teknolojileriyle pek çok alanın kavramsal örgüsü dönüşüme zorlanmaktadır. Örneğin, medikal alanda beden, canlılık, sağlık, ölüm vb. kavramların tanımı; toplumbilim alanında toplum, birey, aile, şehir vb. kavramların tanımı, zaman ve mekân tanımları modern dünyanın kalıplarına sığmamaktadır ve “daha modern bir yaşam modeli” için değişmektedir. Görünmez bir gözetim stratejisiyle bu değişim “kontrol” edilmektedir. Aslında kısaca robo, biyo, info ve astro teknolojiler gözetimi, fiziki baskı ve denetim yoluyla kurulan bir sistem olmaktan çıkarıp bile-isteye razı olunan, “teslim” olma konforunu sunan gönüllülük ilişkisine dayalı bir yapılanmayla karşımızda hatta içimizde inşa etmektedir. Panoptikonu takip eden sürecin sonunda / özünde bambaşka bir varoluşa kapı aralanmamıştır, bizzat varoluşun ağları daha güçlü gözetim teknolojileriyle yeniden ve gönüllü olarak örülmüştür. Bauman’ın veciz şekilde ifade ettiği gibi “…nasıl ki salyangozlar evlerini sırtlarında taşıyorsa, aynı şekilde, cesur yeni akışkan modern dünyanın çalışanları(bireyleri de) da kendi kişisel panoptikonlarını kendi bedenleri üzerinde büyütmek ve taşımak zorundadır.”

Günümüzde gözetim teknolojileri iki “karşıt” ama birbirini besleyen stratejik amaca hizmet etmektedir: Denetlemek ama “dışarıda” bırakarak, buna sinoptikon stretejisi diyebiliriz (vatandaşlık numarası olan “özgür” bireylerin gözetimi); diğeri ise “içeri” almak bir nevi hapsetmek, buna ise ban-optikon stratejisi diyebiliriz (ötekiler, sığınmacılar, mülteciler, yasaklılar) . Ağ teknolojileri aracılığıyla sosyal medya hesapları, dijital oyunlar, arama motorları, giyilebilen akıllı cihazlar vb. aracılığıyla bireyleri güvenlik amacıyla gönüllü gözetime razı kıl/ın/arak dışarıda bırakan stratejinin yanı sıra sığınmacı kamplarıyla sınırda ve duvarla çevrelenmiş ve dışarıda olanların güvenliği için yasaklanmış mekânlarda temel ihtiyaçlarının karşılanması dışında her şeye mahrum bırakılan bireylerin gözetim stratejisi günümüz açısından ironik ve tirajik dijital gözetim stratejileri arasındadır.

Yeni gözetim teknolojilerinin en sinsi stratejisi sinoptikonla, -ki “kendin yap”, “senin tarzın senin seçimin” ve “senin seçimin senin özgürlüğün”,“…giy/ye/iç ve kendin ol” gibi sloganlarla denetim oluşturmaktır-, özgürlük etik ve epistemolojik sorumluluktan bireylerin yaşam alanlarındaki eylemlerine ve hayat tarzı seçimine indirgenmiştir. Bilişim ve iletişim teknolojileri aracılığıyla “özgürlük alanı” ilan edilen bütün alanlar (kamusal, özel, dijital ve 3boyutlu alanlar)yapılandırılmış, denetim ve gözetim ağıyla sessiz ve sakince örülmüştür. Birey, bu ağ içinde özgürlük yanılsamasıyla eylemine devam etmektedir, arzusunun peşinde olduğunu sanmaktadır. Bu yanılsama dikkate alındığında panoptikon, evrensel disiplin kalıplarına ve bunları denetlemeye yönelik “daha masum” görülebilir. Sinoptikon, panoptikonun evrenselliği ve rasyonelliği kuşatarak mikro ölçekte ve ağ stratejisiyle sadece toplumu değil, birey aracılığıyla bütün bir kitleyi denetim altına almaktır. Çünkü sinoptikon da birey yalnızca bedeniyle, eylemleriyle ve rasyonel tercihleriyle değil; aynı zamanda arzu ve bilinçaltıyla birlikte topyekün tahakküm altında tutulmaktadır. Bireyin varoluşu, kim-liği, üretim süreçlerine katıldığı yanılsamasıyla özünde tükettiği simgeler, mitler, değerler, temsillerle ve ağda çevrimiçi olarak “ürettiği” farklı kimlikler ve oynadığı dijital oyunlar üzerinden kurulmaktadır. Oluşturduğu gerçek ve dijital kimlik, profil aracılığıyla ağda varolmanın, her an ulaşılabilen ve ulaşan olmanın geçerli olduğu hatta norm olduğu düzende kimin gözetilen kimin gözeten olduğu belirsizleşmektedir. Böyle bir sistemde, çevrimiçi olmayı reddetmek, gözetimden, görünür olmaktan uzak durma arzusu patolojik bir süreç ya da suçluluğun gizlenmesi olarak görülebilmektedir. Bu stratejide birey, temelde arzularının müşterisi olarak kodlanmaktadır ve arzuları yönetildiğinde yeni liberal ekonomilerin öngördüğü mükemmel bir küresel tüketiciye dönüşmektedir. Sinoptikon da bu bireyin “serbest zamanını” serbest pazarda ancak tüketici olarak yaşayabileceği sürece varolduğunu söyleyen paradigma başat rol oynamaktadır.

Dışarıda tutulmak istenen, “yabancı” olan, ötekilerin merkezin belirlediği güvenlik sınırlarını aşan hareketlerine odaklanan enformatik ve biometrik gözetim tarzlarını kuvvetlendirmeye yönelen gözetim teknolojisi ise ban-optikondur. Ban yasak kelime köküne optikon’u (gözetlemeyi) ekleyerek yeni anlam inşa edilmiştir. Jean-Luc Nancy’nin Agamben ve Foucault’un ban ve optikon kavrayışlarını birleştirerek teorileştirdiği ban-optikon, konformizmi bozan kitleleri ayıklamak için de kullanılmaktadır. Ban-optikonun stratejik özelliği; azınlık olan bir grubun ya da bir kişinin profilini “istenmeyen” olarak kodlamasıdır. Toplumsal dinamikler açısından istisnayı oluşturan ya/ya da pekiştiren bir güce sahip olan ban-optikon, aslında bir tarafı korkulması, kaçınılması, dışarıda tutulması gereken olarak kodlarken; bir tarafıda normalleştirmekte ve hatta normlaştırmakta, merkez ve referans kılmaktadır. Bu açıdan da panoptikonun zehir ve panzehir olarak karşımıza çıkan diğer tehlikeli dönüşümlerinden biridir.

Panoptikon, bilinmeyen, gözetlenenin bakışında apaçık görülemeyen, gözetleyenin varlığına dair kaçınılması güç bir iktidar oluşturur ve gözetlenende sürekli olarak ötekinin bakışının nesnesi olduğu hissini pekiştirir. Gözetleyenin ve daha genel olarak ötekinin bakışından beden ve bilinç olarak kaçılmasının imkânsız olduğunu vurgular. Sinoptikon, bu bakışı dış gözden alır, doğrudan gözetlenenin ve aynı zamanda gözetleyenin iç bakışının hem rasyonel hem de irrasyonel yönüne çevirir. Artık sadece dışarıda değildir onu gözetleyen, bizzat içeridedir. Bakışın içe yönelen bu yönünde gözetleyen ve gözetlenen bir “aynı”dır bütün farklılıklara rağmen.Ban-optikon ise bakışın öznesini nesnesinden etik, politik ve ontolojik olarak ayrıştırır, gözetleneni beden ve bilinç olarak kaçınılması gereken, “abject”, “pislik” konumuna indirger. Süper panoptikon ise gözetimi, teknolojinin imkânlarıyla olabildiğince örtülü, muğlak ve akışkan kılar. Herkes hem gözetlenen ve dahi gözetlenmekten haz duyan bir arzuyla eyleyen “özgür” bireyken hem de gözetleyen konumunda otonom istihbaratçı ya da ihbarcı olarak kendi dışındakini “dikizlemektedir”. Panoptikon’nun bu yeni versiyonlarıyla istisna durumlar, kaçakçıların mekânı, göçmen botları, sığınma evleri, mülteci kampları, mevsimlik işçilerin güzergahları, havaalanları, metro istasyonları, alış-veriş merkezleri, cadde ve sokaklar kamera vb teknolojik akıllı cihazlarla dijital platformlar ise servis sağlayıcıları aracılığıyla sürekli gözetim altında tutulmaktadır. Böylece mikro coğrafyalar oluşturularak denetim mekanizmalarından sonsuzca kaçılmayacağı bilinçaltına yerleştirilmektedir. Her yönüyle gözetimden kaçış yok gibi, aynı anda bir tür haz ve korku oluşturan ve sonu olmayan bir labirentin içindeki kobay gibi hissettirmektedir. Hatta öyle ki gözetim teknolojileri ve stratejileri olmadan toplumsal hareketlilik anlaşılamayacak ve dahi eksik kalacak, tekinsizlik doğuracak hissiyle sürekli ve yeni imkânlarla yaygınlığını gittikçe arttırır. Bu öyle bir noktaya gelir ki kurumsallaşarak gözetleyeni metafizik bir iktidar alanına taşır, onu bir çeşit Tanrı’nın gözü, kentin gözü ve mikro ölçekte de bedenin gözü sembolizminde sunar. Gözetimden doğan bu çelişkili konfor Bauman’ın şu ifadesinde daha açık hâle gelir: “Bir yandan güvensizlikten bütün eski nesillerin korunduğundan daha iyi korunuyoruz; ama diğer yandan elektronik öncesi hiçbir kuşak, güvensizlik duygusunu günlük (gecelik) hayatın bu tür bir parçası olarak deneyimlememiştir.”

Tarihte gözetimin iktidar alanını aşan, ona direnen ve onu “daha meşru” olmaya davet eden isyanlar olmuştur. Her ne kadar başarısız olmuş olsalar da isyan için hep aralık bir kapı kalmıştır, gözetimsizlik mümkün mü sorusu için hep bir olanak aranmıştır. Peki, bu aralıktan bir umut ışığı mı sızar? Yoksa varolmanın dayanılmaz ağırlığı gittikçe tahammül edilemeyen bir bilinç yarılmasına mı dönüşür?

Varolmanın Dayanılmaz Ağırlığı

Gözetim teknolojileri ve stratejileri, 21.yüzyılda biyo ve biyo-psikopolitikalar üreten iktidarın elini güçlendirmekte ve dijital gözetime dönüşmektedir. Gözetlenen belirli bir beden ve rasyonel eylemlerin yanı sıra özellikle biyo-psiko politikalarla her bireyin arzusu, bilinçaltı ve hayalleri, çevrimiçi tercihleri, beğenileri de olmuştur. Bu dijital gözetim robo, info, biyo ve astro teknolojilerle pekiştirilerek büyük veriler toplanmakta ve bireyin her tepkisi, her hareketi takip edilmektedir. Peki, bu verileştirme her birey için geçerli mi? Toplanan bu veriler nasıl işlenmektedir? İktidarlar ve şirketler bu verilerle neler yapmaktadırlar? Vb. pek çok soru gözetim ve özellikle küresel dijital gözetim düşünüldüğünde akla gelen ilk sorulardan bir kaçıdır. Bu sorulara verilebilecek cevaplar arasında ise en popüler olanı; küresel kapitalist pazarın müşteri sayısını arttırmak, ihtiyaçları biçimlendirmek ve tüketiciyi daha nitelikli tüketici hâline dönüştürmek gelmektedir. Bu sorular ve cevaplar, bireyin tecrübesinden ve varolduğu ilişkiler ağından farklı boyutlar kazanmaktadır. Peki, böyle bir ağda varolmak ne demek? Dijital gözetim savunucuları için bu büyük veriler ve ağda çevrimiçi olmak; insan hayatını ve insanlığı güvende tutmak, hayat kurtarmaktır. Gerçekten öyle mi? Ya da yeni nesil egemenlik için bir imkândır, çünkü egemen artık istisnayı kontrol eden değil; büyük veriyi elinde bulundurandır.

Özetle varolmak, 21.-22.yüzyılda genel olarak kentte, dijital ortamda ve ağda güvende olmak için çevrimiçi olarak “görünür” olmaktır. Salgından, terörden, tacizden ve her türlü ekonomik-politik tehditten korunabilmek için çevrimiçi ve çevrimdışı ortamlarda birey bedenini ve kimliğini görünür, gözetlenebilir olarak açmaktır.Yüz tarama teknolojileriyle bedeninin, mimiklerinin ve dahi vücud ısısının-nabız durumunun kayıt edilmesine zorunlu gönüllülükle izin vermektir. Bunun yanı sıra sosyal medya ağlarındaki tercihler ve beğeniler (like atılanlar), kullanılan akıllı cihazlar ve bu cihazlara indirilen uygulamalar vb. pek çoğu bireyin rasyonel ve irrasyonel davranışlarını belirlemekte ve bir vatandaşlık profili oluşturmaktadır. İçinde bulunduğumuz süreç, yani pandemi, gözetim açısından iktidarların elini daha da güçlendirmiştir. Vatandaş artık sadece kimlik numarası ve jeopolitik sınırlar içinde yükümlülükleri olan birey değildir aynı zamanda güvenli, steril, bağışıklığı olan, “aşılanmış” sağlıklı ve “iyi” olarak sınıflandırılarak yakın takip altında tutulan müşteri, aktif tüketici kitle, cyborg vatandaştır.Birey bu sisteme dâhil olmadığında ya da bunu reddettiği takdirde varlığı şüpheli kabul edilip tecrit edilmekte ya da en ağır olanı yok sayılmakta, “hiç” hükmüne indirilmektedir. Böyle bir varolma biçimi ise her an gözetim altında olan bireyleri kırılgan ve tehdide açık kılmaktadır. Bu distopya gibi görünen ifadeler Hollywood “film fabrikasında”, netflix platformlarında gündelik yaşamın bir parçası olarak binlerce bölüm ve sahneyle algımıza sunulmaktadır. (İlk akla gelen örnekler Azınlık Raporu (2002), Black Mirror (2011’den 5. Sezona), vb. pek çok film ve dizi.)

Yukarıda sorduğumuz soruyu tekrarlayarak bitirirsek: Gözetimsizlik mümkün mü? Chul Han’ın dediği gibi absürt dünyada gözetimsizlikle saadetin olması mümkün değildir. Aynı zamanda mutlak bir gözetimsizlik insan doğası açısından anlaşılabilir, yaşanabilir bir durum değildir. Fakat bununla birlikte kişi, vicdan aynasında toplumsal iyiliği ve bireysel huzuru oluşturacak bir gözetim ilkesini ve onunla yaşanacakları bakışta değil nazarda, gözde değil gönülde düşleyebilir. Şeyh Hatayi’nin şu deyişiyle ara verelim…

Akil gel beru, gel beru, Gir gönüle nazar eyle, Görür göz, işitir kulak, 

Söyler dile, nazar eyle, Baştır gövdeyi götüren, Ayak menzile yetüren,

Dürlü maslahat bitüren, İki ele nazar eyle, Hatayi eydür ya Gani Veren 

Mevla alur canı, Evvel kendü kendin tanı, Sonra ile nazar eyle…




Bunları da sevebilirsiniz